Cengiz Under Emre Mor Enes Unal Turkey

YORUM | Yabancı sayısı fazla değil, üreten kulüp sayısı çok az


YORUM | Onur Özgen @ozgenonur

“Barcelona, Johan Cruyff’tan önce de büyük bir kulüptü, ama kendine has bir futbol kültürü bulunmuyordu. Arjantinli bir teknik direktör geliyordu ve Arjantinli gibi oynuyorduk. Alman bir teknik direktör geliyordu ve Alman gibi oynuyorduk. Sonra Cruyff geldi ve bize, “Beyler, artık böyle oynayacağız” dedi.

Barcelona’da bugün yedi yaşındaki çocuklar da A Takım da aynı antrenman modelini uyguluyor. Bunu karizması ve güçlü kişiliğiyle Cruyff yarattı. Herkes futbolu bilir, ama “Bu yoldan gideceksiniz” diyebilmeniz ve herkesin sizi takip etmesi için bir karizmaya sahip olmanız gerekir. Bunu bulmak çok zordur.”

Pep Guardiola’nın dediği gibi, futbolda Cruyff gibi karizmalara rastlamak çok zor. Her alanda olduğu gibi futbolda da sistemsizliğin kol gezdiği Türkiye gibi bir ülkede ise bu karizma eksikliği daha da yoğun hissediliyor. Ortada kolektif bir akıl olmadığı için, hangi yoldan gitmek gerektiğini gösterecek birine ihtiyaç duyuyoruz, ama yok.

Haberin devamı aşağıda

30 yıl önce Serpil Hamdi Tüzün bir yol gösterdi ve onun döneminde yetişen genç futbolcu kuşağıyla 1992’de U18 Milli Takımı önce Avrupa Şampiyonu oldu, 1993'te de Avrupa ikincisi olundu. 1994'te ise U16 Milli Takımı Avrupa Şampiyonu oldu. Ardından A Milli Takım 1996, 2000 ve 2002'de üç büyük turnuvaya katıldı. Ve bu kuşak, 10 sene içerisinde dünya üçüncüsü oldu. 

Turkey 1999

Tüzün, Goal'e verdiği röportajda Türk futbolunun bu altın çağını anlatırken, şöyle diyordu: "Oyuncular bir kere geleceğe yönelik yetiştirilip donatılmalı. Biz 14 - 15 yaşında çocuğu aldığımız zaman, onu o günün futboluna değil, 3 - 4 yıl sonranın futboluna göre yetiştirmemiz gerekiyor. Ona hazır olmalı. Esas mesele orada." Almanların 2000'lerin başında yaptığı futbol devriminin temel fikriyatını da bu oluşturuyordu: Geleceğin futboluna hazırlanmak. Tüzün, bunu Türk futbolunda çok daha erken uygulamıştı.

Ama hiçbir başarının cezasız kalmadığı ülkemizde, Tüzün’e de futboldan el ayak çektirdik. Kendisi de Azerbaycan'a gidip, Karabağ'ın özkaynağının direktörlüğünü üstlendi. Sonuç malum. Bu sezon Şampiyonlar Ligi'nde ilk defa boy gösteren Karabağ, Atletico Madrid'den iki maçta da puan alırken, genç takımları ise Youth League'de İspanyol rakibini mağlup etmeyi başardı. Tüzün'ün elinin değdiği Karabağ'ın dağlarında çiçekler açtı. Yol göstericisiz kalan Türk futbolu ise 2002'nin ardından yolunu kaybetti, çıkmaz sokaklara daldı, odalarda ışıksız kaldı.

"Yabancı" sadece bir Albert Camus romanıdır

Bu süreçte ise olağanüstü bir propagandayla yayılan bilgi kirliliği yüzünden, esas sorunumuzun ne olduğunu da unuttuk. Bozulmuş plak gibi tek bir şeye odaklanmış, gidiyoruz: Yabancı sorunu. Ocak 2015’te sorun yabancının serbest olmamasıydı, serbest bıraktık. Kasım 2017 itibarıyla ise yabancının serbest olmasını sorun olarak görmeye başladık, şimdi en yakın sürede yabancı sayısını düşürmenin peşindeyiz. Sezon sonu diyorlar, bakalım.

Oysa tüm dünyada sportif başarısızlık ya da ekonomik iflaslar, doğru yola girmek için bir fırsat olarak görülür. Türkiye hariç! En popüler örnek olan Almanya’yı kısaca ele alalım. 2000 ve 2004’teki Avrupa Şampiyonaları’nda üst üste iki defa gruptan çıkamayınca, titrediler ve kendilerine geldiler.

Aynı süreçte Bundesliga’nın yayın haklarını elinde bulunduran Kirsch’in iflasını açıklaması da Almanların titremesinde epey etkili oldu. Yayıncı batınca, kulüpler de battı. Ama Alman Futbol Federasyonu (DFB), kulüplere acımadı. Birçoğu transfer yasağı aldı. İyi de oldu. Borussia Dortmund yeniden doğduysa, bunu o yıllarda aldığı cezalara borçlu. DFB üstlerine gelmeseydi, altyapıya yönelmeyip, saçma sapan transferlere devam edeceklerdi ve belki bugün Dortmund diye bir kulüp kalmayacaktı. Aynısı Alman futbolu için de geçerli.

Hans-Joachim Witzke Borussia Dortmund

Almanya bunu nasıl yaptı? Milli Takım’ın 2000 ve 2004’teki başarısızlığının ardından yabancı sayısını düşürerek mi? Hayır. Birçok Avrupa ülkesinde, örneğin İspanya’da AB dışındaki ülkelerden 3 futbolcu oynatılabilirken, Almanya AB dışına da sınırı kaldırdı. Ama kulüplere tıpkı Şampiyonlar Ligi’nde olduğu gibi kadrosundaki 4 oyuncunun kendi altyapısından, 4 oyuncunun da Almanya altyapısından yetişmiş olması zorunluluğunu getirdi.

Esas yapılan ise kulüplere akademi kurma zorunluluğunu getirmek oldu. Öyle ki, akademisi olmayan Alman kulüplerine lisans verilmemeye başlandı. Bu yaptırımlar sayesinde geçtiğimiz sezon Alman kulüplerinin akademilerine yaptıkları yatırım 132 milyon euro’ydu. 2002’den beri yapılan yatırım ise 1 milyar euro’yu çoktan geçti.

FC Bayern Campus: Neymar'ın yarısı bile etmiyor!

Bayern Campus

Bundesliga kulüplerinin akademilerine ayırdıkları ortalama bütçesi 4 milyon euro. Her kulüp kendi bütçesine göre akademiye yatırım yapmak zorunda. Örneğin Çağlar Söyüncü’nün formasını giydiği Freiburg, 2001’de yeni akademi tesislerine 12 milyon euro yatırım yapıp Freiburg Futbol Okulu’nu açmıştı. Bayern Münih ise geçtiğimiz sezon 70 milyon euro yatırımla “FC Bayern Campus”ü açıp, bütün akademisini yeni tesislerine taşıdı. Kulüp başkanı Uli Hoeness yeni tesisleriyle ilgili, "Neymar'ın yarısı bile değil" yorumunu yaptı.

Tabii sadece tesislere yatırım yapmakla da oyuncu yetişmiyor. Antrenörleri de yetiştirmek gerek. Joachim Löw’ün dediği gibi, “Bir oyuncuyu dünya şampiyonu yapan akademi antrenörleridir.” Türkiye’de antrenörlerin çoğunun B lisansı dahi yokken, altyapılar vasıfsız eski futbolculara terk edilirken, Almanya’da ise birçok kulübün akademilerinde Pro lisanslı antrenörler var. Yaşınıza da bakmıyorlar. Donanımınız tam ise, 23 yaşındaki Timon Pauls gibi Bayern Münih’in akademi ve scouting departmanının başına gelebiliyorsunuz.

Norbert Elgert Schalke 04Getty Images

Emektarları da var elbette. Örneğin Schalke akademisinin başındaki Norbert Elgert... Bir nevi, Schalke'nin ve Alman futbolunun Serpil Hamdi Tüzün'ü. Göreve getirildiği 1996’dan beri elinden hangi oyuncular geçmedi ki? Mesut Özil, Manuel Neuer, Benedikt Höwedes, Julian Draxler, Joel Matip, Sead Kolasinac... Tüzün'ün ardından bizde böyle tek bir örnek var mı?

İngilizler bile uyandı

Almanlara, Fransızlara ve İspanyollara bakıp, bir yerlerde yanlış yaptıklarını fark eden İngilizler de doğru teşhisi koyup, tedaviye geçti. 2011’de Elite Player Performance Plan (EPPP) adını verdikleri bir plan oluşturdular. İngiliz akademilerini yeniden yapılandırmaya dayalı bu plan ise ilk meyvesini bu yıl verdi ve U17 Dünya Şampiyonu oldular. Şimdi hedefleri, bu yeni jenerasyonla birlikte 2022 Dünya Kupası’na damga vurmak.

Rhian Brewster England U17FIFA.com/Getty

Peki bizim kısa, orta ve uzun vadedeki hedeflerimiz ne? Planımız, programımız nerede? Avrupa’da 31 ülkenin birinci liglerinde oynayan oyuncuların altyapılarına bakıldığında, zirvede 77 oyuncuyla Ajax bulunuyor, ardından 74 oyuncuyla Partizan ve 57 oyuncuyla Barcelona geliyor. İlk 100’de Türkiye’den tek bir kulüp yok. Neden yabancı sayısı yerine, bunu tartışmıyoruz?

Bir örnek daha: UEFA, her yıl kendisine bağlı olan federasyonlara kulüp akademileri için belli bir yardımda bulunuyor. TFF’nin her yıl aldığı yardım: 1,2 milyon euro. Son yıllarda yetiştirdiği oyuncularla Avrupa’ya damgasını vuran Belçika’nın yardımı ne kadar dersiniz? 600 bin euro. Peki ya yıllardır boyumuzun ölçüsünü veren İzlanda? 280 bin euro. Neden kimse bunun hesabını sormuyor?

Beşiktaş’ın iki sezon önce karşılaştığı Olympique Lyon'u ele alalım. Geçen sezon Ekim ayında 250 milyon euro kâr ettiklerini açıkladılar. Son 10 yıldaysa oyuncu satışından 350 milyon euro gelir elde ettiler. Bir diğer deyişle, her yıl transferden 35 milyon euro kazanıyorlar. Bunların büyük bir kısmını da akademilerinden yetiştirdikleri oyunculardan elde ediyorlar. Karim Benzema, Hatem Ben Arfa, Clinton N’Jie, Samuel Umtiti, Alexander Lacazette, Corentin Tolisso, son yıllarda astronomik bedeller karşılığında sattıkları akademi oyuncularından sadece birkaçı.

Corentin Tolisso Samuel Umtiti Olympique Lyon

Neden hiçbir Türk kulübü Lyon’un modelini örnek almaz da Türkiye’nin Lyon’dan aldığı tek şey 32 yaşındaki Mathieu Valbuena olur? Çünkü ikincisi çok daha zahmetsiz. Kolay yoldan başarıya bayılırız biz.

Ama başaramıyoruz. Başardığımız anlarda da aslında bir yandan kaybediyoruz. Örneğin Şampiyonlar Ligi’nde Beşiktaş, geçtiğimiz sezon Porto’yu deplasmanda harika bir oyunla 3-1 yenip dönerken, Youth League’de ise Porto'nun gençlerine 5-1 yeniliyor.

Konunun yabancı sayısıyla en ufak bir ilgisi yok. Porto’nun 24 kişilik kadrosunda da sadece 7 Portekizli oyuncu var. Ama onlar altyapılarından oyuncu çıkartıp oynatırlar. Beşiktaş ise yabancı sayısı 3’e de düşse oyuncu çıkartamaz, çünkü Porto’dan 5 yiyen bir akademisi var. Kazara bir oyuncu çıkarsa da, o oyuncuyu oynatacak bir planı da yok.

Fakat mesela, bütçesi Türk takımlarından fersah fersah geride olan Danimarka kulübü Midtjylland’ın A takımı, Manchester United’ı yenerken, aynı hafta genç takımı da Youth League’de Atletico Madrid’i eleyebiliyor. İşte olması gereken...

Geride bıraktığımız Dünya Kupası’na Avrupa’dan katılan son ülke Danimarka'ydı. Kadrolarında dikkatimi çeken bir husus olmuştu. Beş oyuncularını Midtjylland akademisi yetiştirmiş: Jonas Lössl, Simon Kjaer, Pione Sisto, Viktor Fischer ve Martin Braithwaite.

2017-11-15 DenmarkGetty Images

Bir, iki, üç, daha fazla Altınordu!

Sizce Türkiye Mili Takımı’nda böyle bir örnek var mıdır? Var. O kadar da umutsuz durumda değiliz. Neyse ki Bursaspor akademisi var da Harun Tekin, Okan Kocuk, Serdar Aziz, Ozan Tufan ve Enes Ünal’ı yetiştirdiler. Bir de Altınordu’muz var işte: Cengiz Ünder ve Çağlar Söyüncü’yü yetiştirdiler. Arkasının geleceğini de biliyoruz.

Peki başka? A Milli Takım’a birden fazla oyuncu gönderebilmiş üçüncü bir akademi daha var mı? Yok. Danimarka’yla farkımız da bu. Onlar Midtjylland’ın yanına birçok kulübün akademisini daha ekleyebiliyor.

Kopenhag akademisi Andreas Cornelius, Thomas Delaney ve William Kvist’i, Bröndby akademisi Jens Stryger Larsen ile Andreas Christensen’i, Lyngby akademisi Yussuf Poulsen, Lasse Schöne ve Andreas Bjelland’ı, Akademisk altyapısı Nicolai Jorgensen ile Lukas Lerager’i, Esbjerg akademisi Peter Ankersen ile Jonas Knudsen’i yetiştiriyor, Odense akademisi de İrlanda’yı hat-trick’le yıkan Christian Eriksen’i yetiştirip Jong Ajax’a yolluyor ve ortaya en azından düzenli bir şekilde büyük turnuvalara katılabilen, eli yüzü düzgün bir “Milli Takım” çıkıyor.

Yani bizim sorunumuz belli: Oyuncu yetiştirememek. Daha doğrusu, böyle bir amacımızın olmaması. Yabancı sayısı sınırsız da olsa tamamen de kaldırılsa, sorunumuz değişmeyecek. Çünkü zihniyetimiz değişmiyor.

Cengiz Under Emre Mor Enes Unal Turkey

Bursaspor ve Altınordu akademilerini çıkarırsak, A Milli Takım’ın geriye kalanı Kuzey Ren-Vestfalya'da doğmuş oyunculardan oluşuyor. Kısacası, aslında Milli Takım’da da “yabancılar” oynuyor. Tek farkları, ailelerinin Türkiye kökenli olmaları ve çok iyi olmasa da Türkçe konuşabilmeleri.

Peki, “yerlilerden” oluşan Milli Takım’ı olmayan bir ülke olarak biz ne yapıyoruz? Ligi yabancı futbolculardan arındırmaya çalışıyoruz. Ne için? Yerliler oynasın diye. Gerçekten öyle mi olacak peki? Kulüpler akademilerine yatırım yapmaya mı başlayacak? Elbette hayır. Daha önceden olduğu gibi yine yurt dışında doğup, büyüyen, yetişen, az biraz da Türkçe konuşabilen futbolculara bakılacak.

Kimi kandırıyoruz peki? Her zaman olduğu gibi yine kendimizi. Oyna, devam...

Reklam