ÖZEL | Uğur Aktan @uguraktan
Aradan 10 yıl geçtikten sonra 3 Temmuz’u nasıl değerlendirmeliyiz? Aradan geçen zaman içinde sizin bakış açınızda neler netleşti ya da neler değişti?
3 Temmuz hadisesi FETÖ’nün her yönüyle anlaşılması bakımından son derece önemlidir. Bu operasyon toplumun geniş kesimlerini karşı karşıya getirmek ve sürekli bir çatışma hâlinde tutmak için planlanmıştır. Operasyon bu yönleriyle amacına ulaşmıştır. Sözde şike metaforu, büyük takımların sportif rekabetinin bir parçası haline gelmiştir. Tüm mahkeme kararlarına rağmen bunun sürüyor olması, FETÖ’nün amacının gerçekleştiğini göstermektedir.
Bugün bu operasyonun bir kumpas olduğuna ilişkin mahkeme kararları mevcuttur. Bu operasyona iştirak eden hâkim, savcı, emniyet mensubu kamu görevlilerinin tamamına yakının söz konusu silahlı örgütünün üyeleri olduğuna dair hakların verilmiş mahkeme kararları bulunmaktadır. Bir kısmı ise kaçak durumundadır.
Ancak bu operasyonun ana omurgasında bulunan medya mensupları, spor yöneticileri, sözde spor hukukçuları hâlâ hiçbir şey olmamış gibi ortadır. Bunlar hakkında bırakın işlem yapılmasını, söz konusu süreçte FETÖ’ye ettikleri hizmet neticesinde edindikleri sözde itibar ile hâlâ pozisyonları korumaktadırlar. Hatta bazılarının devlet kurumlarında görevlendirildikleri, bir kısmının siyasi aktör oldukları, bir kısmının ulusal ve uluslararası spor kuruluşlarında ve organizasyonlarında görev aldıklarını üzülerek görüyoruz. Bunların da mutlak olarak yaptıklarının hesabını vermeleri gerekmektedir.
3 Temmuz sözde şike davası ve savcılık operasyonu, Balyoz, Ergenekon, Askeri Casusluk, MİT Tırları, Selam Tevhid davası ve savcılık operasyonları gibi bir kumpas olmasına ve hatta bunların bir kısmından farklı olarak yapanlar hakkında ceza verilmiş olmasına rağmen ve yine Cumhurbaşkanlığı web sitesinde 3 Temmuz sözde şike davası, FETÖ’nün 15 Temmuz darbe sürecine kadar uzanan adımları arasında sayılmışken 3 Temmuz konusunda farklı sebeplerle farklı düşünceler ileri sürenlerin dikkatle takip edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu anlamda davamız, kişi ve kurumların FETÖ ile ilgili duygu ve düşüncelerinin anlaşılması bakımından fetömetre gibi bir turnusol kağıdıdır.
Organize edenlerin yüzlerce yıl ceza aldığı davada verilen beraat kararlarının aradan geçen 10 yıl sonunda hala Yargıtay tarafından neticelendirilmemiş olması da ciddi anlamda Fenerbahçe ailesinde hayâl kırıklığına sebebiyet veren bir durumdur.
Hep konuşuluyor, gündeme geliyor; 3 Temmuz operasyonu gerçekleşmemiş olsaydı Fenerbahçe için neler değişirdi? Bu açıdan operasyonun amaçlarından birinin maddi ve sportif anlamda güçlenen Fenerbahçe'yi durdurmak olduğunu söyleyebilir miyiz?
3 Temmuz’un Fenerbahçe’nin mâli yapısı üzerindeki olumsuz etkileri korkunç boyutlardadır. Mahrum kalınan gelirler, kaybedilen sponsorluklar ve Futbol A.Ş. hisselerinde meydana gelen inanılmaz kayıplar bir arada değerlendirildiğinde 300-500 milyon dolar büyüklüğünde bir kayıptan bahsedebiliriz. Kulübün mâli yapısında 2012’de başlayan bozulmanın ana sebebi budur. Fenerbahçe futbol takımının üst üste kaç sezon formasında sponsor olmadan müsabakalara katıldığını hatırlayın. Böylesine büyük maddi kayıpların kulübün ekonomik yapısında yaratmış olduğu hasarın mevcut ekonomik koşullar altında onlarca yıl boyunca giderilebilmesi mümkün değildir.
Bu nedenle bu konuya odaklanıp, ön plana çıkarmak, kulübün mâli yapısında 3 Temmuz’un yarattığı hasara sürekli gündemde tutmak son derece önemlidir. Bu kayıplar yaşanmamış olsaydı 2011’de kulübün yakaladığı ivmeyle rakiplerine karşı kapatılmaz bir sportif güce erişmesi mutlaktır. 2011 yılını takip eden sezonlarda Fenerbahçe’nin yarıştığı tüm ligleri domine etmesi, Avrupa kulüpleriyle sürdürülebilir bir sportif rekabet içinde olması kaçınılmazdır. 3 Temmuz operasyonu Şampiyonlar Ligi için oluşturulmuş kadronun dağılmasına sebebiyet vermiştir. Buna rağmen Fenerbahçe futbol takımı 2011’den sonra da hep şampiyonluk yarışının en üstünde kalmıştır. Rakiplerimiz ancak küçük puan farkları ile şampiyon olabilmiştir. Bu büyük darbeye rağmen Fenerbahçe’nin sürekli şampiyonluk yarışı içerisinde kalabilmiş olması operasyon olmasa idi nasıl güçlü bir yarışma kapasitesi olacağının en açık göstergesidir.
Rakiplerimizin 3 Temmuz’u fırsata çevirme çabaları ebedi dost olarak gördükleri Fenerbahçe’nin süreçten en ağır şekilde etkilenmesi amacıyla ortaya koydukları ibretlik çaba; 2011’de Fenerbahçe ile rakipleri arasında açılan aranın kapatılması telaşındandır. Rakipler bunu bir fırsat olarak görmüş ve fakat Fenerbahçe’ye yapılan operasyonun tüm futbol sektörünü önce krize sokacağını sonrasında ise tamamen dizleri üstüne çöktüreceğini görememişlerdir.
Fenerbahçe’nin ötesinde 3 Temmuz operasyonu, Türk futbolunu nasıl etkiledi? Örneğin Süper Lig’in değerini etkilediğini ya da uluslararası platformlarda saygınlığını sarstığını düşünüyor musunuz?
Önceki soruda 3 Temmuz operasyonunun Türk futboluna olan etkilerinden bahis ettim. Tabidir ki yapılan operasyon Türk futbolunun marka değerine önemli ölçüde olumsuz etkide bulunmuştur. Türk futbol ekonomisine olan yabancı bakışını ve güveni olumsuz yönde etkilemiştir. Türkiye’den UEFA, FIFA, ülke federasyonları, meslek birliklerine kişisel ve kurumsal beklentiler ile yapılan başvurular, karalayıcı mektuplar, ihbarlar, ithamlar ile kişisel ve kurumsal beklentiler belki gerçekleşmiştir ama Türk futbol ekonomisinde meydana gelen hasarın boyutu genişlemiştir.
Örneğin bir avukat meslektaşımız, spor hukukuyla uğraşan yabancı hukukçuların bulunduğu bir dernek yönetimine, 3 Temmuz sürecinde mağduriyet yaşayan bir avukat arkadaşın bu derneğe üye olarak girişine engel olmak için sözde şike sürecini destekler bir müracaat yapmıştır. Bu müracaat çok basit gözükse bile söz konusu dernekte FIFA, UEFA, CAS da görev yapan hukukçuların bulunduğu ve yine önemli menajerlik şirketleriyle bağlantılı hukukçuların bulunduğu düşünüldüğünde nasıl ağır bir etkisi olduğu kolaylıkla anlaşılabilecektir. Bu arkadaş bunu neden yapmıştır? Söz konusu derneğe bir başka Türk hukukçu girmesin diye. Bu kadar sığ bir düşünce ile yapılan bu başvurunun Türk futboluna olan etkileri ise belirlenemeyecek büyüklükte olmuştur. Bu arkadaş bugün hâlen spor organizasyonların içindedir ve hiçbir şey olmamış gibi yaşantısına devam etmektedir.
Bugün futbolu yönetenler de diğer kulüpler kafalarını kuma gömmüşlerdir. Fenerbahçe tek başına 10 yıldır bu süreçte içerde ve dışarda mücadele etmektedir. Özellikle TFF’nin tarafsızlık sağlamak adına yargı kararlarıyla kumpas olduğu kesinleşene sürecin olumsuzluklarını gidermek, itibar iadesini sağlamak gibi çok gerekli hususlarda enerji harcamadığı, sürecin üstünü örterek, unutulmasını beklediği görülmektedir.

3 Temmuz’da TFF, PFDK’nın benim ve sayın Ekşioğlu hakkında vermiş olduğu disiplin cezalarıyla ilgili AİHM, Türkiye Devleti’ni yargılamış ve suçlu bulmuştur. AİHS gereği Türkiye Devleti hasım olarak gösterilmiştir. Esasen sürecin tek sorumlusu ve suçlusu TFF’dir. AİHM’in bu kararı kapsamında mali sorumlukları olacaktır. Bundan da ötesi bu karar bir kilometre taşıdır. Fenerbahçe Spor Kulübü, tüzel kişiliği aleyhine söz konusu süreçte TFF’nin almış olduğu yada almamış olduğu kararlardan dolayı oluşan devasa zararın sorumlularından birisi de TFF’dir ve bunun çok yakın bir zamanda yüzleşecektir. Bu yüzden şimdiye kadar süreci sessizce beklemelerinin ne kendilerine ne de Türk futboluna yararı olmadığını, olamayacağını yaşayarak göreceklerdir. Bu süreç ancak Fenerbahçe ile bu zarara sebebiyet veren kurumların helalleşmesi ile sona erecektir.
Örneğin TFF’nin bu kadar yargı kararına, Cumhurbaşkanlığı sitesinde tespit ve değerlendirmeye rağmen hâlâ 2010-11 Süper Kupa finalini oynatmamış olması, buna ilişkin bir düşünce ve planlama içinde olmaması TFF’nin kendileri aleyhine gelişen süreci yeterince okuyamadığını göstermektedir. Sürecin normalleşmesi, azalan marka değerinin artması için bu finalin oynanması belki de bir milat ve fırsat olacaktır.
Fenerbahçe'nin o dönem Şampiyonlar Ligi'ne alınmaması sonrası açtığı CAS davasını geri çekmesi çok sık gündeme gelen bir konu. Hem bir hukuk adamı hem de o dönem Fenerbahçe yönetiminde yer alan bir isim olarak geriye dönüp baktığınızda bunun hatalı bir karar olduğunu düşünüyor musunuz?
CAS davası geri çekilirken başkanımız sayın Aziz Yıldırım ve İlhan Ekşioğlu tutuklulardı. Başkanımız, İlhan Bey ve benim CAS davasının geri çekilmesinde imzamız bulunmamaktadır. Sayın Aziz Yıldırım, tutuklu olmasına rağmen kısıtlı imkanları ile davanın geri çekilmesinin doğru olmayacağını ifade etmiştir. Ben de hem bir yönetici hem de bir hukukçu olarak söz konusu davanın geri çekilmesinin yanlış olduğunu düşünüyorum. UEFA, Türkiye’de yargılama süreci tamamlanmadan Fenerbahçe’yi UEFA organizasyonlarından men etmiştir. Oysaki son AİHM Kararında ceza yargılaması tamamlanmadan disiplin yargılamasının neticelendirilemeyeceği, bunun masumiyet karinesinin ihlali olacağı, kişi ve kuruluşları peşinen suçlu ilan etmek anlamına geleceği açık bir şekilde yazılıdır. Bu karar TFF için verilmiş olsa da UEFA da TFF ile birebir yol haritası izlemiştir. İzlenen yol haritasının yanlış olduğu bugün AİHM Kararı ile ortaya çıkmıştır. CAS davasının geri çekilmesi bu anlamda UEFA’nın ileri de karşılaşabileceği tazminat davalarında elini bir nebze de olsa güçlendirmiştir.
O tarihte disiplin yargılaması ile ceza yargılaması biri birinden bağımsızdır. Disiplin yargılamasının delilleri ceza yargılamasındaki delillerden farklıdır. Disiplin yargılamasında vicdani kanaatle bile karar verilebilir. Disiplin yargılamasında ispat eşiği ceza yargılamasına göre düşüktür diyenler, makaleler, hatta kitap yazanlar, televizyon televizyon dolaşanlar pişkin pişkin hâlâ ortada dolaşmaktadır. Bunun böyle olmadığı AİHM tarafından verilen kararla ortaya çıkmıştır. UEFA’ da yukarıda özetlenen söylemlerle, benzer değerlendirmelerle Fenerbahçe’yi UEFA müsabakalarından men etmiştir. Bu karara karşı açılan CAS davasının önemi AİHM’nin kararıyla tartışmasız bir şekilde ortaya çıkmıştır. CAS davasının geri çekilmesinin sürece olan etkisi ileride Fenerbahçe tarafından açılacak davalar da daha net anlaşılabilecektir. Umarım ki etkisi yüksek olmasın.
Fenerbahçe yönetimi Yargıtay'ın vereceği kararın ardından Türkiye Futbol Federasyonu'na yönelik tazminat davalarını açmaya başlayacak. Fenerbahçe'nin bu süreçte yaşadığı maddi kaybın ne kadar olduğunu düşünüyorsunuz?
Fenerbahçe sadece TFF’ye değil, süreçte rolü olan tüm kişi ve kuruluşlara dava açacaktır. TFF, 2011-12 UEFA müsabakalarından men kararından dolayı doğrudan sorumludur. Bu karar neticesinde Fenerbahçe 2011-12 sezonunda UEFA Şampiyonlar Ligi’ne katılamamıştır. Bu yüzden uğradığı zarar değişik hesaplamalarla biri birinden farklı olsa da 75 milyon euro’dan daha az değildir. Bunun dışında TFF bağlılarının, o günkü başkan ve yönetim kurulunun, hukuk organlarının, genel sekreter ve vekillerinin işlemleriyle sebebiyet verdikleri doğrudan ve dolaylı zararlar da bulunmaktadır. Örneğin UEFA müfettişinin süreç içerisinde yönlendirilmesi sebebiyle UEFA’nın Fenerbahçe’ye vermiş olduğu ceza gibi. Yine TFF Genel Sekreterliği’nin UEFA yı yönlendiren yazışmaları ve işlemleri. Bunlarla ilgili mutlaka bir tazminat sorumluluğu olacağını düşünüyorum.
Fenerbahçe'nin 3 Temmuz sürecindeki yöneticilerinden Nihat Özdemir bugün itibarıyla Türkiye Futbol Federasyonu'nun başında yer alıyor. Nihat Bey'in geçmişi ve bugün itibarıyla bulunduğu konum söz konusu davaların gidişatında olumsuz bir durum oluşturabilir mi?
Bu davalar TFF yargı organlarında açılacak davalar değildir. Bu davaları TFF’nin etkileyebilmesi söz konusu değildir.
3 Temmuz sürecinde hem Aziz Yıldırım hem siz hem de İlhan Ekşioğlu oldukça zor bir dönemden geçtiniz. Bu süreçte bütün her şeyi arkanızda bırakıp futbol sektöründen uzaklaşmayı düşündüğünüz oldu mu?
Olmadı. Ben TFF’de on yıla yakın çalıştım. 12 yıl Fenerbahçe’de yöneticilik yaptım. UEFA’da görevlerim oldu. CAS hakemi olarak ilan edilecekken bu olay başıma geldi. Futbolun hukuksal boyutuyla ilgili bilimsel çalışmalar yaptım. Makaleler yazdım. Üniversitelerde dersler verdim. Onlarca ihtilafta Türkiye’de ve uluslararası yargı mercilerinde kulüplerin, futbolcuların, teknik direktörlerin hatta TFF’nin avukatlığını yaptım. Bu kadar emeği, çalışmayı ve tecrübeyi bir anda bırakarak bu sektörden uzaklaşmam mümkün değil.
3 Temmuz bir eş ve baba olarak hayatınızı nasıl etkiledi? Çocuğunuz o dönemde bir hayli küçüktü ve mutlaka çok zor bir dönemden geçmiş olmalı.
Kızım 6 yaşındaydı. İlkokula başlamıştı. Oğlum lise son sınıf öğrencisiydi. O yıl üniversite sınavına girdi. Tabidir ki çok olumsuz etkilendiler. Ancak hem ailem, hem camiamız çocuklarımı inanılmaz sahiplendiler. Onları manevi olarak destekleyip, cesaretlendirdiler. Bu şekilde yaşanması muhtemel olumsuzluklar en az seviyede yaşandı. Eşimin avukat olması ve tüm bu süreçte sürekli beraber olmamız da aileyi bir arada tutarak olumsuz etkileri en aza indirdi. Ama yine de hiç alışık olmadığımız, hayâl dahi edemeyeceğimiz çok kötü günleri yaşadık. Şimdi oğlum avukat, davalara benim avukatım olarak giriyor. Kızım lisede okuyor. Çok başarılı bir öğrenci ve sporcu.


