YORUM | Onur Özgen @ozgenonur
“Topu evlerine götürebilirler, üç puanı ben aldım.”
Eğer futbolla ilgiliyseniz, son zamanlarda bu cümlenin karşınıza çıkmamış olması mümkün değil. Jose Mourinho’nun söylediği iddia edilen, kabul edelim ki ona çok da yakışan, ama gerçekte ona ait olmayan bir söz bu. Tıpkı çoğunlukla Mourinho’nun söylediği sanılan, “Jokey olmak için önce at olmak gerekmez” sözünün Arrigo Sacchi’ye ait olması gibi. Ama en azından o sözün bir sahibi var. Bu ise tamamen bir Twitter uydurması.
Kasım ayında Tottenham Hotspur’un Manchester City’yi 2-0 yendiği maçın ardından, futbol üzerine paylaşımlar yapan çok takipçili bir Twitter hesabından yayılan bu sahte alıntı, o günden beri futbolseverlerin favori laflarından biri. Ve artık gerçek olup olmadığının hiçbir önemi yok. Çünkü sosyal medyada herhangi bir şeyin popüler olması, onun kullanılması için yeterli bir sebep. Ta ki ondan sıkılıp, başka bir popüler yalanın cazibesine kapılana dek.
Dün akşam Galatasaray’ın topa sadece %28 oranında sahip olarak kazandığı Alanyaspor maçı ise bu sahte alıntının yeniden binlerce kez paylaşılması için harika bir sebepti.
Bununla birlikte başka bir popüler saçmalık daha sıkça dillendirildi: Topu rakibe vermek ya da bırakmak. Bu tanımın ilk olarak ne zaman ve kim tarafından ortaya atıldığını bilmiyorum, ama sanırım bir futbol analistinin ya da bir blog yazarının mârifeti olsa gerek. Bu tip kerameti kendinden menkul futbol terimleri, genellikle onlar tarafından üretilir, ambalajlanır ve başta sosyal medya aracılığıyla olmak üzere taraftarların kullanımına açılır. Ama bu tanımların çoğu, futbolun profesyonelleri için ciddiye alınır olmaktan uzaktır.
Maurizio Sarri, iki yıl önce Chelsea’nin başına geçtiğinde, kulüp televizyonuna verdiği ilk röportajda kendisine sorulan sorulardan biri “Sarriball” teriminin ne anlama geldiğiydi. Sarri ise buna şöyle cevap vermişti:
“Galiba bu terim, oyun tarzımız hakkında yazan futbol analistleri ve sosyal medya kullanıcıları tarafından yaygınlaştırıldı. Bunu nasıl açıklayacağımı gerçekten bilmiyorum, muhtemelen onlar yaklaşımımın arkasındaki fikri açıklamak konusunda benden daha iyiler. Fakat başlıca futbol felsefemin kendimi eğlendirmek, hayat felsefemin de dürüst ve açık konuşmak olduğunu söyleyebilirim.”
Ancak ne yazık ki her futbol insanı Sarri kadar dürüst değil. Ve nasıl olduysa bu topu rakibe verme/bırakma lafı, antrenörlerin de diline pelesenk olmaya başladı. Öyle ki, topa %30 civarında sahip olan bir takımın galip geldiği bir maçın ardından o takımın antrenöründen sık sık bu minvalde lakırdılar işitiyoruz. Topu rakibe verdiklerini ya da rakibin topla oynamalarına müsaade ettiklerini ve onları bu şekilde tuzağa düşürüp sonuca ulaştıklarını söylüyorlar. Takımının kazandığı üç puandan kendisine pay çıkarmak isteyen bir antrenör için hayli kullanışlı bir yalan. Üstelik karşılarında buna inanmaya teşne kalabalıklar da varken.
Oysa bu terimin içinin ne kadar boş olduğunu ortaya çıkaracak çok basit bir soru var: Bir takım topu neden rakibe bırakır? Dahası bu nasıl övülecek bir şey olabilir?
Depo PhotosTopu rakibe bırakmak, şayet futbolda bir kazanma yöntemi ise o hâlde bunun sürekli yapılabilen bir şey olması gerek. Oysa topa %30 oranında sahip olarak bir maçtan galip ayrılan bir takım, bir sonraki maçında örneğin %58 oranında topa sahip olup mağlup olabiliyor. Bu durumda bir önceki maçta topu rakibe bırakmakla övünen o takımın antrenörüne şu soru sorulmalıdır: Niye yine topu rakibe bırakmadınız?
Çünkü bu doğru değil. Hiçbir takım, topu rakibe bırakmaz. Evet, bir takım diğerinden daha fazla topa sahip olabilir. Onunla daha fazla oynayabilir. Top birinin ayağında eziyet görürken, diğerinin ayağında âdeta ruh bulabilir. Bu farkı da yetenek ya da organizasyon yaratır. Daha yetenekli olan ya da daha iyi bir plana sahip olan takım, topla daha fazla oynar. Diğer takım da kendi yetenekleri ya da planı ölçüsünde topla oynar. Ama bu, topu rakibe bıraktıkları anlamına gelmez. Bilâkis dört gözle topun yeniden kendilerine geçeceği ânı beklerler. Çünkü oyunun nihaî amacı gol atmaktır. Ve gol atmanın tek yolu da topa sahip olmaktır. Aynı şekilde gol yememenin de.
Kimi takımlar, oyunu kendi kalelerinin önünde kurarlar ve tamamen pas marifetiyle boş kaleye gol atmaya çalışırlar. Kimi takımlar ise çok daha basit bir şekilde tek bir uzun topla savunma arkasına bir oyuncusunu kaçırmayı hedeflerler. Ama ikisinin de amacı aynıdır: Gol atmak.
Kimi takımlar, top kendilerinde değilken sabırsızlardır, bir an önce onu geri kazanmak isterler. Kimi takımlar ise sabırlı ve kontrollü bir şekilde geri çekilirler ve topun yeniden kendilerine geçeceği âna kadar pozisyonlarını kaybetmemeye çalışırlar. Ama ikisinin de amacı aynıdır: Gol yememek
Dün akşam Alanya’da olanlar da bundan farklı değildi. Planlar apayrıydı, fakat amaç aynıydı.
Depo PhotosAlanyaspor sezon başından bu yana Süper Lig’in bir numaralı pas takımı. Kaleci Marafona’dan itibaren temel amaçları topa sahip olmak ve pas yaparak rakibe üstünlük kurmak. Elbette bu amaçlarının tam olarak afişe olduğu günden beri rakiplerinin amacı da onlara etkili olabilecekleri yerlerde pas yapma imkânını ve alanını vermemek. Bu anlamda Alanyaspor için ligin son sırasındaki takım da zirvesindeki takım da aynı. Çünkü onlara karşı her takım aynı oyunu oynuyor.
On gün önceki kupa maçında ise Galatasaray her zamanki oyununu Alanyaspor’a karşı da oynayabileceğini düşünmüş ve yanılmıştı. Onlara karşı topa sahip olmaya ve rakip yarı sahada oynamaya çalıştıklarında başlarına nelerin gelebileceğini, 48 dakika içinde üç farklı geriye düşerek görmüşlerdi.
Bu yüzden dün akşam Fatih Terim, Alanyaspor’a karşı herkes nasıl oynuyorsa öyle oynamayı seçti. Kupa maçında kendi sağ kanadında yaşadığı savunma sıkıntılarının tekrarlanmaması için bir dizi önlem aldı. DeAndre Yedlin’in önüne Ryan Babel’i değil, Arda Turan’ı koydu ve onun savunma katkısından yararlandı. Aynı şekilde Yedlin’in arkasındaki boşlukları kapatabilmek için Ryan Donk yerine ondan daha çabuk ve agresif olan Christian Luyindama’yı tercih etti. Savunma önünde de Taylan Antalyalı’nın pasörlüğünden ise Oghenekaro Etebo’nun fizik gücünü seçti.
Özellikle Donk ve Taylan’ın olmaması, Galatasaray’ın bu maçtaki temel amacının topa hükmetmek olmayacağını gösteriyordu. Nitekim öyle de oldu. İlk yarı bittiğinde Galatasaray’ın topa sahip olma oranı %36’ydı. Ama kontrataklarla daha fazla gol pozisyonu üreten taraf onlardı. Yani Terim istediğini almıştı.
İkinci yarıda ise Alanyaspor top üzerindeki hâkimiyetini o kadar artırdı ki, Galatasaray birkaç pasla hücuma çıkacak kadar dahi topu ayağında bulunduramadı. Çok bunaldı, kalesinde en fazla şut gördüğü maçı oynadı (24) ve nihayetinde en çok Fernando Muslera’ya pay çıkaracağı bir galibiyet aldı.
Maç sonunda ise Terim son derece dürüsttü. “Kendi karakterimizin dışında bir oyun oynamak istedik” diyerek sözlerine başladı. Bir sonraki cümlesi ise, “İkinci yarıda bazı şeylere mecbur kaldık” idi. Sonra o da aynı şeyi söyledi, “Onlara daha fazla topu bıraktık” dedi. Ama söylediği şeye kendisi de inanmamış olsa gerek ki, bir saniye sonra kendi kendini tekzip etti: “Daha doğrusu bu istem dışıydı, topu pek tutamadık.”
Depo PhotosGerçek buydu. Galatasaray, rakibinin ayağından topu alamadı.
Alanyaspor dün akşam kazansaydı, Galatasaray ile arasındaki puan farkını altıya indirecek ve zirve için umutlarını sürdürecekti. Artık böyle bir umutları yok. Bu sezon ligi dört büyüklerden biri kazanacak. Ama belli ki içlerinden hiçbiri Alanyaspor’a karşı hem topu hem de skoru almış olamayacak. Bu, onların bir meydan okumasıydı ve şimdiden kazandılar.
Fakat elbette bir gerçek de var. Dün akşam topa %70’in üzerinde sahip oldukları altıncı lig maçını oynadılar ve bu maçlardaki beşinci mağlubiyetini aldılar. Kabul etmeleri gerekiyor ki, şu an için ne yetenekleri ne de organizasyonları, kapalı savunmaları aşmaya yetiyor. Ama bu gelişmeyecekleri anlamına da gelmiyor.
Çağdaş Atan, benzer bir şekilde Fenerbahçe karşısında aldıkları mağlubiyetin ardından rakibin tercih ettiği oyunu eleştirmişti. Dün akşam ise rakiple ilgilenmedi. Maçın ardından oyuncularının yanına gidip, hepsini tek tek tebrik etti. Belli ki kendisi gelişiyor. Oyunu neden gelişmesin?
