Pep Guardiola Manchester City CoachGetty Images

YORUM | Manchester City, satın alınmış hegemonyanın bedelini ödüyor


ÇEVİRİ | Onur Özgen @ozgenonur

Cumartesi günkü FA Kupası finalinin en tuhaf anı, Manchester City'nin altıncı golünün ardından yaşandı. Kamera, golü kutlayan City oyuncularından elleri başında oturduğu yere çöküp kalan Pep Guardiola'ya çevrildi.

Pep, takımı tarih yazan mutlu bir futbol antrenöründen ziyade yaptığı prototip sivil savunma robotunun sergilendiği fuarda çıldırıp insanları katlettiği kederli bir bilim insanına benziyordu. Zaferinin büyüklüğünün onu değersizleştirmeye başladığını anlamış gibi görünüyordu. Rakibinden bariz bir şekilde üstün olmaları, takdir görüp tebrik edilmeyecek, belki de itham edilip ayıplanmalarına bile yol açabilecekti.

Öyle de oldu. Bir kupa kazanan menajerin maç sonrasındaki basın toplantısı genellikle övgü dolu geçer. Ama Pep'inki, bir gazetecinin selefi Roberto Mancini gibi kendisinin de City'nin sahiplerinden maaşı dışında ekstra ödeme alıp almadığını sormasıyla bitti.

Kızgın

Guardiola, İngiltere'ye geldiğinden beri hiç olmadığı kadar kızgın görünüyordu. "Bana ne sorduğunun farkında mısın?" dedi. "Şayet başka bir durum için para almış olsam bile, bu sorunun zamanı şimdi midir, bugün müdür? Gerçekten böyle bir soruyu hak ettiğimi mi düşünüyorsunuz? Mancini ile neler olup bittiğini bilmiyorum. Ama üç kupa kazandığımız bir günde, başka durumlar için para kazanıp kazanmadığımı mı merak ediyorsunuz? Aman tanrım! Beni para almakla mı suçluyorsunuz?"

Pep'in kendisine sorulan soruyu geri çevirerek ona paye vermediğini söyleyebilirsiniz. Bunun olmaması gerekiyordu. Onun için City'ye gitmenin asıl nedeni, köklü takımların avantajlarından yoksun görünen bir kulüpte de başarılı olabileceğini kanıtlamaktı. Pep'in Bayern Münih'teki son dönemini irdelediği The Evolution kitabında Marti Perarnau şöyle yazıyor: "Hayatını tarihe doymuş kulüplerde geçiren bir adam için Manchester City sahiden tuhaf bir tercih olarak görünebilir. Belki de cevap sorunun içindedir. Pep geleneklere daha az bağlı olan bir kulübü ilgi çekici buldu. Öteden beri süregelen gelenekleri ve alışkanlıkları yıktığını hissetmeden de çalışabileceğini biliyordu."

Pep Guardiola Manchester City CoachGetty Images

Kulüp efsaneleri

Pep, Barcelona'da Johan Cruyff'tan miras kalan mükemmellik geleneğini sürdürüyordu; Bayern'de de omzunun üstünden bakan, yorum yapan ve eleştiren kulüp efsaneleriyle mücadele etmek zorunda kalmıştı. City'de ise tarih yazılmayı bekliyordu ve Pep'in uğraşması gereken tek kulüp efsanesi Noel Gallagher'dı. "City boş bir tuvaldi ve o uygun gördüğü her şeyi çizmekte özgürdü. Yeni bir Manchester City futbol markası ve onunla beraber giden bir dil yaratarak, kendi eşsiz mirasını inşa etmeye başlayabilirdi."

Haliyle bu yeni "mirasın" evrensel bir beğeni kazanmadığını görmek moral bozucu olmalı. Son zamanlarda Pep, İngiltere'de medyanın City'ye karşı ön yargılı olduğuna, buna karşın Liverpool ve Manchester United gibi gelenekleri olan büyük kulüplerin tarafını tuttuğuna dair şikayetlerde bulundu. Kupa finali öncesindeki basın toplantısında, Daily Mail' in geçen Pazartesi günü internet sitesindeki birinci haberinin City'nin ligi kazanması yerine Paul Pogba'nın United taraftarlarıyla münakaşaya girmesi hakkında olduğunu belirtti. Başka bir deyişle, Cumartesi günü Wembley'deki basın tribününe bağıran öfkeli bir City taraftarıyla aynı noktaya değindi. Tabii daha kibar bir ifadeyle: "S****ğimin yerel üçlemesini yaptık, daha önce kimse bunu başaramamıştı, ama yarın hepiniz o s***k gazetelerinizde Mo Salah'ın fotoğraflarını basacaksınız!"

Drama

Bir açıdan medya kuruluşlarının neden United ve Liverpool'a City'den daha fazla yer verdiği açık: Bu kulüplerin çok daha büyük hayran kitleleri var ve ne yaptıklarıyla çok daha fazla insan ilgileniyor. Fakat Pogba ve öfkeli United taraftarı arasındaki çatışmayı bir kenarda bırakırsak, City'nin hikâyesinde dramanın temel unsurlarının eksik olduğunu da kabul etmek gerek. Hoşlarına gitsin ya da gitmesin, çoğu insan üçlemelerini zaferden ziyade alışveriş olarak görüyor.

Wembley'de City oyuna sonradan üç oyuncuyu aldı - Kevin de Bruyne, Leroy Sane ve John Stones - her biri Watford'ın kadrosundaki en iyi oyuncu olurdu. Elbette City'nin kadrosunun neden bu kadar güçlü olduğu konusunda bir sihir ya da gizem yok. 2008'de kulübün el değiştirmesinden beri 11 sezonda 1.2 milyar pound'dan fazla net transfer harcaması yaptılar. Bu, transfer harcamaları konusunda en yakın rakipleri olan Katar destekli PSG'den neredeyse yüzde 50, üçüncü sırada yer alan Manchester United'dan ise yarım milyar pound daha fazla harcadıkları anlamına geliyor.

En yakın kıyaslama

Futbol daha önce hiç böyle bir şey görmemişti. En yakın kıyaslama 2003'te Roman Abramovich'in Chelsea'yi devralması olabilir, ama onların harcamaları sürdürülebilir ve kapsamlı olmaktan uzaktı. Evet, 2003-04'ten 2014-15'e kadarki 11 sezonda Chelsea futbolun en büyük savurganıydı, ama 751 milyon pound'luk net harcamaları, aynı dönemde City'nin harcamalarından sadece yüzde 10 daha fazlaydı - üstelik City, 2003 ve 2007 yılları arasında çok az para harcamasına rağmen. Chelsea'nin bu 11 sezondaki net harcaması, Real Madrid ve Barcelona'nın toplam net harcamalarının yüzde 64'ünü oluşturuyordu. City'nin ise 2008'den beri harcadığı para, Real Madrid ve Barcelona'nın toplamından daha fazla.

Guardiola, City'nin harcamalarına olan bariz saplantıyı, kulübüne karşı olan ön yargının bir kanıtı olarak görebilir. Neticede United da Alex Ferguson döneminde benzer bir hegemonyanın tadını çıkarmıştı, ama sahip oldukları ekonomik güç, City'de olduğu gibi onlara karşı kullanılmamıştı.

En önemli fark şuydu: Herkes United'ın gücünün ve başarısının akıllı kararlardan kaynaklandığını biliyordu. En iyi menajere sahiplerdi. Markalarının ticari potansiyelini ilk fark eden kulüp onlardı. En doğru zamanda Old Trafford'u genişletmek için yatırım yaptılar. Genç takım oyuncularını sportif ve ticari yıldızlara dönüştürdüler. United'ın hegemonyasına kızanlar bile bunun kazanılmış bir şey olduğunu biliyordu.

Sir Alex Ferguson Manchester United CoachGetty Images

İddia edilen kural ihlâlleri

City'nin hegemonyası ise satın alındı ve bu haksızlıktı - yaptığı iddia edilen kural ihlâlleri FIFA, UEFA, Premier Lig ve FA tarafından halen soruşturulmasa da. City'nin başarısı ilham verici bir spor hikâyesi değil. Bu, ekonomik alanın neredeyse her sahnesinde gördüğümüz Matthew prensibinin başka bir iç karartıcı örneği. Servetlerini ve güçlerini daha zenginleşmek için kullanan zenginler ve daha da geride bırakılan diğerleri... Serbest piyasa, ekonomik bir model olarak kulağa hoş gelebilir. Fakat gerçek hayattaki tezahürü köşeye sıkıştırmaktır.

City'nin zaferleri bu hileli oyunda olağan bir sonuç ve onlar hakkında söylenecek fazla bir şey yok. Dolayısıyla dikkatlerin, yaptıkları harcamaların ve kulüp sahiplerinin üzerinde toplanması şaşırtıcı değil. Abu Dhabi, dünya üzerindeki itibarını geliştirmenin bir yolu olarak City'ye bulaşmış olabilir. Peki öyle mi oldu? 2007 yılında futbol taraftarlarının Abu Dhabi'yle olan ilişkisini sorgulamış olsaydınız, muhtemelen çok fazla boş bakışlara maruz kalırdınız. Şimdi ise Yemen'den, kölelerden, insan hakları ihlâllerinden bahsediyorlar. Gerçekten buna değdi mi?

City, en azından sosyal medyada kulübün neden olduğu şeylerle mücadele eden gök mavisi bir avukat ordusuna sahip. Örneğin, New York Times geçen hafta UEFA'nın City'yi Şampiyonlar Ligi'nden bir yıllığına men etmeye hazırlandığı haberini geçtiğinde, pek çok taraftarın sert tepkisiyle karşılaştı: UEFA çürümüştü, NYT çalışanları ise Liverpool taraftarıydı ve City hakkındaki bu rezalet haber yayımlanmış, çünkü Liverpool'un kulüp sahipleri aynı zamanda NYT' nin hissedarlarıydı (gerçekte ise Liverpool'un sahipleri NYT' deki hisselerini 2012'de satmışlardı). Şüphesiz, pek çok taraftar hikâyelerin gerçekliği olup olmadığını görmek için beklemek yerine herhangi bir komplo teorisine güvenmeyi tercih eder.

Kızgın

City'nin tarihindeki en başarılı haftaydı ve ne yazık ki menajerleri, taraftarları ve PR departmanları belki de hiç olmadığı kadar kızgındı. Petrol destekli başarıyla kitlesel popülaritenin asla bir araya gelmeyeceğini kabul etmenin zamanı geldi. Sanki City, bir ejderhanın arkasına tünemiş, yüzleri asık insanlara bakıyor ve neden sevilmediklerini merak ediyor gibi. Çok açık değil mi?

Çeviren: Onur Özgen

(Yazının orijinalini buradan okuyabilirsiniz)

Goal twitter
Reklam