YORUM | Güner Çalış @oolegunnar
Championship’in yavaş yavaş Premier Lig’in gölgesinden çıkmaya başladığını söyleyebilir miyiz? Denk seviyeye gelmeye başladıklarını söyleyecek kadar ileri gidecek değilim tabii ki, ama İngiltere’nin ikinci kademe liginin de hızlı bir "markalaşma"ya gittiği açık.
Olağanüstü yayın gelirlerinin dağıtıldığı Premier Lig ile bir alt kademesi arasındaki makas yıllar içinde ciddi biçimde açılmıştı. Hatta kulüplerin menajerlere her geçen gün daha az sabır gösterebilmesi de iki lig arasındaki ciddi gelir eşitsizliği ile açıklanabilir. Tüm harcamalarını Premier Lig gelirlerine göre yapan kulüpler için bir alt lige düşmek demek, adeta Şampiyonlar Ligi gelirlerinden mahrum kalmak gibi. Ciddi kısıtlamalara gitmeli, ciddi değişimler yapmalısınız. Bazı kulüpler hemen bir an önce geri dönmek için risk alıyor, kadrolarını koruyor ama çoğu zaman bu aceleci tutumla başarısız oluyorlar. Böylece de bir alt lige düşen takımın yıllar yılı tekrar Premier Lig’e dönememe sorunu baş gösteriyor. Championship'in Premier Lig’den bile daha tahmin edilemez olarak anılmasının sebebi bu. Bu ligi ciddiye almalısınız, yoksa sizi yutuyor.
Ve evet, son yıllarda bir şeyler değişti. Bir Premier Lig kulübü satın almanın çok iyi bir yatırım aracı olduğu bir süredir sır değil ve bu kalibredeki kulüpler için istenen paralar akıl almaz boyutlara ulaşmaya başladı. Kulüp için tek bir kuruş daha yatırım yapmak istemeyen Mike Ashley, Newcastle United’ı satın almak isteyenlere 400 milyon pound değer biçiyor. Bir alt ligde olsalardı şüphesiz yarısını dahi hayâl edemezdi. Bu durumda, gözü açık yatırımcılar işe bir alt ligden takım alarak başlamayı öngörüyorlar. Hedef, çok daha cüzi paralara Championship kulüplerini alarak onları Premier Lig kulübü yapmak. Onları cezbeden bir diğer şey ise Championship’in ciddi anlamda bir "tarihi kulüpler" çöplüğü hâline gelmeye başlıyor olması. Aston Villa, Leeds United, Nottingham Forest gibi köklü tarihe sahip kulüpler, şüphesiz çok büyük potansiyel vadediyorlar.
Bu bağlamda, Championship henüz bir üst lige layık görülmeyenler için çok iyi bir yarışma platformu olmaya başladı. Örneğin, Graham Potter. İsveç’te başardıklarıyla cezbediciydi, ama gözü yükseklerde olan Premier Lig kulüpleri için yine de yeterli değil. Veya Mason Mount. Chelsea’nin mütemadiyen oyuncu üreten altyapısının son gözdesi. Onu Derby County kiraladı. Premier Lig’de şans bulamayan genç oyuncular, son birkaç sene içinde ciddi bir atılım yaptılar. Süre almak için Almanya’ya, Fransa’ya ve bir de tabii ki alt liglere gidiyorlar. İngiltere’nin son Dünya Kupası’nda çok başarılı olan oyuncu kadrosunun çok büyük bir kısmının yolu bir şekilde alt liglerden geçti. Ve sadece onlar da değil. Jorge Mendes de oyuncularını daha "sağlıklı" bir ortam olan Championship’e getirmeye başladı. Çünkü Premier Lig kulüplerinin anstabil yapıları, "müşterileri"nin piyasa değerini artırabilmesi açısından pek de güvence vermiyor. Ama Championship’te süre bulabiliyorsunuz. Wolverhampton, geçtiğimiz sezon bu ligin Manchester City’si olarak biliniyordu. Mendes, bu sezon da Nottingham Forest ve Aston Villa’ya yeni oyuncular tahsis edecek.
Son olarak, bizi ciddi anlamda heyecanlandıran yeni hocalar geldi. Başta elbette ki Marcelo Bielsa. Diğer yandaysa ilk menajerlik deneyimini yaşayacak Frank Lampard. Ve tabii ki Graham Potter. Championship bu anlamda da değişim gösterdi. Fulham ve Wolverhampton, bildiğimiz İngiliz oyunundan farklı bir şey oynayarak üst lige çıktılar. Önceki sezonların üst lige çıkanlarından Bournemouth ve Huddersfield Town da şüphesiz "sofistike" bir oyun tercih etmişti. Burnley, Brighton & Hove Albion gibi klasik İngiliz menajer anlayışıyla ve planlı adımlarla hareket eden mütevazı kulüplerin yanı sıra, bu tip radikal atımlar atan kulüpler Championship’in önemli bir değeri hâline geldi. Bu sezon da onları sıkça izleyeceğiz.
Şimdi, bu sezon da Türkiye’de yayıncı kuruluşu olan ligin kısa kısa bazı öne çıkan takımlarına bakalım.
Batağın eşiğindeki Aston Villa
Bir Aston Villa taraftarı olarak elbette yanlı bir tercih yaptım ve takım incelemelerimin ilkine Aston Villa’yı koydum. Aston Villa için birkaç açıdan çok kritik bir sezon olacak. Kulüp, birkaç hafta öncesine kadar kayyuma gitmenin eşiğindeydi ve eğer iki yeni yatırımcı kulübü satın olmasaydı, bu ligin şüphesiz en değerli oyuncularından Jack Grealish’i cüzi bir bedele Tottenham Hotspur'a satmak zorunda kalacaktı. Şu an ise 20 milyon pound teklif eden Daniel Levy’e burun çevirebilecek rahatlıktalar. Neyse ki.
Aston Villa bu noktaya nasıl geldi? Bir önceki sezon bir dolu veteran oyuncu transfer edip kadrodaki iyi oyuncuları da takımda tuttular ve "kesin olarak bir üst lige çıkma" hedefiyle oldukça riskli bir ekonomik plan uyguladılar. Takımın başında da bir üst lige çıkarma profesörü Steve Bruce vardı. Ama olmadı. İyi haberse takımın pek çok anahtar oyuncusunun "bir kez daha deneme" hedefiyle gelen teklifleri reddetmiş ve de Aston Villa’nın ayrılanların yerini akademiden heyecan verici isimlerle doldurabilecek olması. Sezonu çok büyük bir kaosla açan ve bir hafta önceye kadar hocasının dahi geleceği belirsiz olan kulüp, birkaç iyi transfer ve Jorge Mendes’in yardımıyla bu sezon da ilk altının en önemli adaylarından biri olabilir. Forvet oyuncularının sakatlık kriziyse ne yazık ki bu sezon da devam ediyor.
Bielsa çılgınlığı
Leeds United’ın şansı 2000’lerin başındaki katastrofiden sonra hiç yaver gitmemesi. O dönemki başkanları Peter Ridsdale’den daha kötüsüne rastlayacaklarını muhtemelen hayal edemiyorlardı, ama üç sene süren Massimo Cellino başkanlığında kulüp tam anlamıyla sirke döndü. Yine ve yeni İtalyan sahip Radrizzani önderliğinde ise nispeten iyi adımlar atıyorlar. Bielsa’nın ikna edilmesinde de İspanyol futbol direktörü Victor Orta’nın payı şüphesiz ki büyük.
Bielsa böyle bir görevi neden kabul etti? 15 Haziran’da Yorkshire Evening Post’ ta çıkan ve şu anda sebebini bilemediğim şekilde ulaşılamayan yazıda anlatıldığına göre, sebep kısaca "tutku". Böyle büyük tarihi olan bir kulüpte ve İngiltere’de çalışmaya yönelik tutku. Bielsa’nın İngilizce konuşamadığı söyleniyor ve onun neler yapabileceğini hiç kimse bilmiyor. Doğrusu, El Loco’ya güvenip güvenemeyeceğimizi hiçbir zaman bilememiştik. İyi haber şu ki, kulüp yönetimi onu hoş tutmak istiyor. Lille’deki tersliklerin yaşanması pek de olası değil gibi. Tahminimce taraftar da senelerdir yaşananlardan sonra Bielsa’ya gerekli sabrı gösterecek metanettedir.
Kimseye benzemeyen bir futbol oynayacakları muhakkak. Peki Nuno’nun Wolverhampton’ı gibi ligi domine edebilirler mi? Bundan emin değilim. Özellikle Chelsea birçok genç oyuncusunu Bielsa’ya kiralık yolladı. Bir de ülkemizden tanıdık Barry Douglas var. Douglas, geçen sezon bu ligin en iyi sol kanat bek performansını ortaya koymuştu.
Altın jenerasyon iş başında
Steven Gerrard ve Frank Lampard yan yana oynar mı? Bu soruyu sormaktan vazgeçeli epey oluyor. Artık Gerrard Hoca ve Lampard Hoca olan ikilinin yolları ise ilginç bir şekilde paralel ilerlemeye devam ediyor. Hiç de kötü olmayan yorumculuk kariyerleri sonrası bir süre kendi kulüplerinin akademilerinde çalıştılar ve şimdi de ikisi de ilk menajerlik maceralarına atılıyorlar. Sezonun açılış maçını yapacak olan Lampard Hoca (bunu yazmak garip geliyor, "ilk" favori oyuncumdu), favori diziliminin 4-3-3 olduğundan ve rahat bir yaşam seçmek varken tekrar bu "stresin" içine girmenin ancak bağımlılıkla açıklanabildiğinden söz ediyor. Ciddi bir stres içine gireceği muhakkak, keza Derby County’nin sahibi Mel Morris, menajer kovmaktan pek de çekinen bir sahip değil. Son dört sezonda altıncı kez menajer değiştirdi. Hiç değilse, her bir planın kendi içinde tutarlı olduğunu savunabiliriz.
Morris, hırslı biri ve başarısız olduğunda yenisini denemekten çekinmiyor. Bu kez Lampard öncülüğünde (ilginçtir ki Gerrard da Rangers da aynı yola girdi) kadroyu gençleştirme operasyonu başlatan Derby’de özellikle de Chelsea’den kiralanan orta saha oyuncusu Mason Mount’un performansı merakla bekleniyor. Kişisel olarak hiç izlemediğimi itiraf etmem gerekir, ama transferi sonrası basında karşılaştığım heyecan düzeyi beni de merak ettirmeye yetti.
Bir an önce geri dönmek isteyenler
Yazının başında bahsettiğimiz "bir an önce geri dönmek isteyen" ekibi hatırladınız mı? Karamsar bir tablo çizdiğime bakmayın, sorunsuzca geri dönenler de olmuştu. Örneğin Sam Allardyce’ın West Ham United’ı, Rafa Benitez’in Newcastle United’ı veya Sean Dyche’ın Burnley’si. Ligden düştükleri için hiç panik yapmadılar ve kadroyu koruyup menajerlerine destek vererek kısa yoldan bir üst lige çıktılar. Her takım Sunderland gibi olacak değil...
Stoke City ve West Bromwich Albion, gerçekten de sorunsuzca geri dönebilir. Özellikle de Stoke City. Bu ligin en parlak yerli antrenörlerinden biri olan Gary Rowett’la anlaşan ve bazı gerekli modifikasyonlar dışında (Xherdan Shaqiri’yi yollayıp yerine Championship için iyi düzey bir oyuncu olan Tom Ince’i almak gibi) kadrosunu koruyan Stoke City, açıkçası en önemli şampiyonluk favorisi olarak başlıyor. Aslında kadroyu korumaları yetmezmiş gibi bir de üzerine Ashley Williams, Benik Afobe gibi bu ligde çok değerli olabilecek parçaları kadroya kattılar. Başarısız olurlarsa gerçekten yazık olacak.
Senelerce "örnek" kulüp olarak gösterdiğimiz ve hatta yöneticilerinin milli takım bünyesinde çalışmaya başladığı West Bromwich Albion, Asyalı sahiplerin eline geçmesiyle zaten son dönemlerde kaybettiği yolundan tamamen çıktı ve tepetaklak oldu. Onları geçen sezonun son kısmında dramatik bir şekilde toparlayansa çok sürpriz bir şekilde kulüp bünyesinden Darren Moore oldu. Emektar kaleci Ben Foster’ın yerini Sam Johnstone’la doldurarak Aston Villa’ya çok önemli bir çalım attılar. Yine de takımın transfer konsültanının Giuliano Terraneo oluşu soru işaretleri barındırmıyor değil.
Başladığı yere geri dönen Kuğular
Bir başka "eski örnek kulüp": Swansea. Roberto Martinez’le başlayan, Brendan Rodgers’la şahlanan ve son olarak Michael Laudrup’la Avrupa’ya açılan "Swansea Way", daha sonraki yıllarda ciddi bir bozulmaya uğradı. Pas futbolundan asla vazgeçmeyen tavrıyla ünlenen mütevazı Galler kulübü, iflasın eşiğindeyken yabancı sermayenin eline geçmemesiyle de ezeli rakibi Cardiff’ten farklı bir profil çizmişti. Sonra onlar da herkes gibi oldular. İlk olarak eski oyuncuları Garry Monk’un gelişiyle (yine de kötü bir menajer sayılmaz) futbol ideallerinden uzaklaşmaya başlayan Kuğular, daha sonra da Amerikalı yatırımcılara satıldı. Doğrusunu isterseniz, birkaç sezondur "idare ediyorlardı"; bu sezon en sonunda düştüler. Şimdi, kulüp kendini tekrar bir "kişilik arayışı"nın içinde buldu ve başladıkları yere geri dönmeyi tercih ettiler.
GettyGraham Potter, kişisel anlamda çok ilgimi çeken bir teknik direktör. O kim diyorsanız, evet, Östersunds ile Galatasaray’ı eleyen İngiliz teknik direktör. Ta kendisi. Aynı zamanda, Roberto Martinez ve yardımcısı Graeme Jones’un seneler önce bir hiç kimse iken Östersunds başkanına “Bunu almalısınız!” diye önerdikleri kişi. Potter, çok iyi bir teknik direktör ve bir pas oyunu takipçisi olmasının yanında yeniden yapılanmak isteyen bir kulüp için de ideal biri. Kıta Avrupası'nda gördüğümüz "head coach" antrenör modellerindense tipik bir İngiliz menajer profili. Saha dışında da oyuncularına etki etmeyi seviyor, etki alanını olabildiğince geniş tutuyor. Çok büyük bir otorite boşluğu olan Swansea, ilk adımı onla atarak çok cesur bir hamle yaptı, fakat kulübün transfer gelişmeleri şu ana dek pek iyi seyretmedi. Belki de ilk sezon için çok fazla beklenti içine girmemeliyiz. Fakat iki taraf da birbirine güvendiği takdirde Swansea’nin yavaş yavaş eski günlerine ve "bildiğimiz" Swansea’ye geri dönüş yapabileceğini de rahatlıkla söyleyebiliriz. Potter’a bol şans diliyorum.
Çok da merak etmediklerimiz
Nottingham Forest ve Middlesbrough’u çok da merak etmiyoruz. Ama eğer böyle diyorsam siz yine de dikkat kesilin. Geçtiğimiz sezon öncesi benzer bir açıklamayı Wolverhampton için de yapmış ve Mendes’in aktivitelerden hoşnutsuzluğumu dile getirmiştim. Ters totem olarak devreye giriyor olabilirim.
Daha önce Jose Mourinho’nun yardımcılığını yapan ve çok iyi bir profesyonel olsa da oynattığı futbol açısından bizleri pek de açmayan Aitor Karanka, Nottingham Forest’ın başına geçti. Onun eski takımı Middlesbrough’daysa Tony Pulis var. Bu kadar merak etmiyorsam bu takımları neden buraya yazmak ihtiyacı duydum peki? Çünkü çok büyük ihtimalle onlar da ilk sekizin dışına çıkmayacaklar. Yine de işte. Evet, pek merak etmiyorum.