YORUM | Onur Özgen @ozgenonur
“Bir Sporting galibiyeti, ama çok sportif bir galibiyet değil.”
Opta’nın dün akşamki maçın ardından attığı tweetti bu. İki takımın gol beklentisi oranlarının paylaşıldığı tweette Sporting’in Beşiktaş’a karşı 4.7 gol beklentisi yakaladığı görülüyordu, Beşiktaş ise buna 0.9 ile karşılık verebilmişti.
Aslında 0.9 gol beklentisi, bir Şampiyonlar Ligi maçı için kötü bir üretim seviyesi sayılmaz. Ama diğer tarafın 4.7 gol beklentisi yakalaması Avrupa’nın en üst düzeydeki liginde pek sık görülen bir durum değil. Sporting’in galibiyetinin sportif olmamasının sebebi buydu.
The AnalystDün gece tam 35 gol atıldı. Toplam sekiz maçın oynandığı tüm Şampiyonlar Ligi akşamları içinde sadece dört kez bundan daha fazla gol atılmış. Buna rağmen dün gece Sporting’den daha fazla gol beklentisi yakalayabilen tek takım vardı: Club Brugge’e karşı Manchester City (4.9 xG).
Aslında başlangıç itibarıyla hiç böyle bir maç olacak gibi durmuyordu. Tıpkı Borussia Dortmund maçının ilk yirmi dakikasında olduğu gibi, Beşiktaş yine topa sahip olan, rakip yarı sahada oynayan ve topu kaybettiği yerde karşı prese geçen taraftı. Ve bu sürede pozisyonlar da üretmişti.
Ardından 15. dakikada Sporting akan oyunda ilk pozisyonunu yakaladı ve bir köşe vuruşu kazandı. Ve ilk köşe vuruşunda golü buldu. Beşiktaş bu gole bir başka korner golüyle karşılık verse de üç dakika sonra ilk golün neredeyse aynısını yine aynı adamdan (Sebastian Coates) yedi. Tek fark, bu defa ön direkte topu aşırtan oyuncuydu (ilkinde Gonçalo Inacio, ikincisinde Paulinho).
Bir futbol maçında aynı şey iki defa tekrarlanmaz. Birbirine çok benzeyen aksiyonlar gerçekleşebilir, ama futbolda her an kendine özgüdür ve tekrarlanamaz. Dün akşam Beşiktaş’ın yediği ilk iki gol de en azından topu arkaya aşırtanlar itibarıyla birbirinin aynısı değildi, ama gerçekleşme şekliyle aynıydı.
Ve bu elbette Beşiktaş için çok moral bozucu oldu. Nitekim 21. dakikadan sonra tamamen tek yönlü bir maç oynanmaya başladı, Sporting ilk yarının sonunda yine bir köşe vuruşunda, yine Coates üzerinden bir penaltı golü de buldu ve ardından o pek de sportif olmayan galibiyet geldi.
Getty ImagesBöyle bir maçın ardından oyunun üzerinde duracak konular bulmak da zor olabiliyor. Ama yine de birkaç tane var.
Örneğin; Sergen Yalçın’ın Şampiyonlar Ligi’nde tercih ettiği iç saha oyunları. Beşiktaş, Dortmund maçından sonra Sporting’in karşısına da kendi futbolunu oynamaya çıktı. İki maçın ilk yirmi dakikasında bunu başardı da. Ama kalan 140 dakikada rakipleri kendilerine bunu yapamayacaklarını tebliğ etti.
Üst düzey bir futbol takımının temelde yapabildiği iki şey vardır: Güçlü yanlarını öne çıkarır, zaaflarını gizler. Beşiktaş da üst düzey bir takım olduğuna inanıyor ve Şampiyonlar Ligi’ndeki iç saha maçlarında bu edayla oynuyor. Ama öyle değil. Yani Şampiyonlar Ligi’nde değil. Burada ne güçlü yanları o kadar güçlü ne de zaafları o kadar gizli.
Beşiktaş’ı Süper Lig’de şampiyonluğa taşıyan ve dört yıl sonra Şampiyonlar Ligi’ne getiren oyununun en güçlü yanı karşı presiydi. Topun kaybedildiği yerde uygulanan organize ve şiddetli baskı sayesinde hem hücum sürekliliği sağlanıyordu hem de daha önemlisi savunmacılarının defoları gizleniyordu.
Normalde arkada bıraktığı geniş alanları savunabilecek savunmacılara sahip değildi Beşiktaş. Ne Welinton ne de Domagoj Vida bunu yapabilecek atletiklikte savunmacılar. Ayrıca başta Valentin Rosier olmak üzere genellikle rakip yarı sahada yer alan beklerinin arkası da zaaflarından biri. Ama Süper Lig’de bu zaaflar görünmeyebiliyordu. Şampiyonlar Ligi ise dört tarafı devasa aynalarla çevrili bir mekân. Bu mekânda her şey apaçık görünüyor.
Depo PhotosBu yüzden Yalçın’ın Şampiyonlar Ligi’nde güçlü yanlarından feragat edip, daha ziyade zaaflarını gizlemeye yönelmesi, taktiksel açıdan daha doğru bir karar olabilirdi. Ama bunu yapmadı. Avrupalı rakiplerinin karşısına her zamanki alışkanlıklarıyla dikildi. Belki de onların karşısında ne durumda olduklarını görmek istedi. Gördü de. Üç maçta kalesinde sekiz gol gördü ve puan alamadı.
Ama elbette bu sadece bir sonuç. Dün akşam Yalçın, savunma önlemlerini daha sıkı tutan bir anlayışla sahaya çıkmayı da tercih edebilirdi ve Beşiktaş öyle de kaybedebilirdi. Salt sonuçlar üzerinden büyük anlamlar çıkarmak doğru değil. Bu yüzden sonuçlardan ziyade süreçlere odaklanmak gerek.
Yalçın’ın maç sonu açıklamalarında ise bunu görebilmek mümkün değildi. Ona göre bu maçtan çıkarılacak çok ders yoktu. Aynı golden iki tane yemişlerdi ve bu şanssızlıktı. Rakibi analiz ettiklerinde de böyle bir gol görememişlerdi. Oysa bir seyircinin maç öncesinde tribünden çektiği Sporting’in ısınma görüntülerinde, duran toplara çalıştıkları ve topu ısrarla ön direğe attıkları görülüyordu.
Sporting’in genç antrenörü Ruben Amorim ise, “Bir şey bir kez oluyorsa şanstır, ama ikinci kez oluyorsa iyi çalışılmıştır. Biz iyi çalışarak üç puanı aldık,” diye cevap verdi Yalçın’a.
Getty & DepoBir tarafta neden kaybettiğini bilmeyen ve bunu şansa bağlayan biri, diğer tarafta neden kazandığını çok iyi bilen ve bunu çalışmaya bağlayan biri. Birbiriyle uzaktan yakından ilgisi olmayan iki ayrı anlayış. İki ayrı dünya görüşü.
Ama bunlar elbette sadece Yalçın ve Amorim’in anlayışları değil. Bu aynı zamanda bir kültür çatışması. Her şeyin ihtimaller üzerinden döndüğü bir kültürle, her ihtimale hazırlıklı olmaya çalışılan bir karşı kültürün çatışması. Bu çatışmanın galibi de belli.





