Jose MourinhoGetty Images

YORUM | Zamanın gerisinde, zirvenin ise artık çok uzağında


YORUM | Onur Özgen @ozgenonur

Beklenen oldu. Tıpkı Chelsea’deki son döneminde olduğu gibi, Manchester United da üçüncü sezonun ortasında daha fazla dayanamadı ve Jose Mourinho’nun görevine son verdi.

Her ne kadar Michael Cox, kovulma haberinin ardından, “Yaklaşık iki yıl önce Mourinho hakkındaki sözlerimiz tükendi,” tweetini atsa ve bunda haklı da olsa, belki de hâlâ Mourinho’ya dair söyleyecek birkaç şey kalmıştır. Ve belki de bunun için Mourinho’nun antrenörlük kariyerinin başlarına dönüp, birkaç konuda iz sürmek gerekiyordur.

Örneğin, Mourinho’nun Porto’daki başarı dolu iki buçuk sezonu hakkında çok şey yazılır, ama nedense Benfica kariyerine pek değinilmez. Fakat aslında sadece birkaç ay çalışabildiği Benfica günlerinde, tüm kariyerinin izleri görülebilir. Jupp Heynckes’in 2000-01 sezonunun dördüncü haftasında gönderilmesinin ardından yardımcı antrenörken göreve getirilen Mourinho’nun ilk icraatları, tam da onu anlatır cinstendir.

Jose MourinhoAA

İlk iş olarak, o dönem Benfica taraftarları tarafından çok sevilen oyuncular Abdelsatar Sabry, Jose Antonio Colado, Sergiy Kandaurov ve Chano’yu kadro dışı bırakan Mourinho; as takımla antrenmanlara çıkan beş altyapı oyuncusuna da Benfica’da bir gelecekleri olmadığını söyler. Ardından takımın o sezonki transferlerinden Rui Baiao, Ricardo Esteves, Roger ve Andre’yi kabul etmez; dönemin futbol direktörü Antonio Simoes’i de bu transferlerinden ötürü medya önünde eleştirir.

Normalde bunlar, ilk teknik direktörlük deneyimini henüz 37 yaşında, ülkenin en büyük takımında yaşayan birinden beklenilecek şeyler değildir. Ama eğer sizden beklenildiği gibi davranırsanız, adınız da Jose Mourinho olmaz.

Mourinho’nun oyuncu yönetimiyse her zaman için geleneksel usullere dayalıydı. Bunun en iyi örneklerinden biri Maniche ile kurduğu ilişkidir. Mourinho, Benfica’dayken bir antrenmanda Maniche’in performansını beğenmeyip onu saha kenarında düz koşuyla cezalandırır; ardından sekiz dakikada sadece iki tur koştuğunu görünce, oyuncusunu duşa gönderir. Maniche, ertesi gün B takımıyla antrenmanlara çıkınca herkes onun takımdaki geleceğinin sona erdiğini düşünür. Ama dört gün sonra özür dilediği Mourinho, Benfica’nın ardından Porto ve Chelsea’de sürdüreceği kariyerindeki en önemli figür hâlini alır.

Ancak oyuncularına hükmeden, onları psikolojik olarak mağlup eden ve ardından otoritesine boyun eğer hâle getiren bu yapısı, yıllar geçtikçe Mourinho’nun en büyük handikaplarından biri olmaya başladı. Çünkü Eden Hazard, Anthony Martial ya da Paul Pogba, Mourinho tarafından aynı şekilde bir muameleye maruz kaldıklarında, Maniche gibi davranmadılar. Maniche, kısa süre içinde otoriteye direnmeyi bırakıp, Mourinho’nun sadık bir takipçisi olmayı kabul ederken; Pogba’nın aynı durumla karşılaştığında verdiği tepki, Instagram takipçilerine Mourinho’yu şikayet etmek oldu.

Paul Pogba Jose MourinhoGetty Images

Oysa Mourinho’da bir değişiklik yoktu. 2002’de Porto başkanına yaptığı etkileyici PowerPoint sunumuyla işi kaptığında, o sunumun ana fikrini şöyle özetliyordu Mourinho: “Kulüp, her oyuncudan daha önemlidir.”

Bu sunumun bir benzerini Chelsea’de Roman Abramovich’e, Frank Rijkaard’ın yerini almak için Barcelona yöneticilerine ve Louis van Gaal’in yerine gelirken United yönetimine de yapmıştı. The Blizzard yazarı Roy Henderson ise çok yerinde bir tespitle, Mourinho'nun bu sunumları, otoritesini doğrulayan bir tür yazılı belge olarak kullandığını söylüyor.

Jonathan Wilson da son kitabı The Barcelona Legacy’ de bu durumu benzer bir şekilde ele alıyor: "Alman sosyolog Max Weber, otoriteyi üç kategoriye ayırarak teorize eder: Geleneksel, yasal-ussal ve karizmatik otorite. Mourinho'nun PowerPoint'i de Weber'in otorite hakkındaki düşüncelerinin etkileyici bir formülasyonu. Bu yolla oyuncularına ilham verirken, eş zamanlı bir biçimde otoritesinin kutsal bir şeymiş gibi göründüğü bir ortam da yaratıyor."

Mourinho, hep bu anlayışla yoluna devam etti. Ama futbolda oyuncuların her geçen yıl biraz daha güçlenmesi ve hatta bazı oyuncuların kulüplerinin dahi önüne geçmesi, onun kabul edebileceği bir şey değildi. Anlayışını ve yöntemlerini değiştirmediği müddetçe, bu durumla baş edebilmesi de mümkün değildi. Nitekim edemedi de.

Fakat Mourinho’nun sorunu elbette sadece PowerPoint’ini güncelleyememesi değildi. Aynı zamanda futbolunun da güncellenmeye ihtiyacı vardı, fakat bunu da ısrarla göz ardı etti.

Pazar akşamı Anfield Road’da gerçekleşen derbiyse, sadece Liverpool ve United arasında oynanmamıştı. Aynı zamanda 2000’ler ile 2010’ların futbolu arasındaki bir mücadeleydi. Ve 2010’ların futbolu, küçük düşürücü bir üstünlükle karşılaşmadan galip ayrıldı. Bu da Mourinho’nun United’daki son maçı oldu.

Jose MourinhoGetty Images

İnsanların pek çoğunun elinde sadece veriler vardır. Bazıları o verileri bilgiye dönüştürür. Kimileri de bilgiler arasındaki bağlantıların ufak bir kısmını bulmayı başarır ve böylece bir bilgi dağarcığına sahip olur. Küçük bir azınlıksa bağlantıları daha da genişletir ve şeylerin içyüzünü anlar. Ve bu küçük azınlığın içinden de çok az sayıda insan, sonunda bilgelik mertebesine ulaşabilir.

Belki de gereğinden fazla akıllı bir adam olan Mourinho, bir zamanlar o küçük azınlığın arasındaydı. Fakat bir türlü baş edemediği egosu, onun bilgelik mertebesine erişmesine mani oldu. Ardından yavaş yavaş etrafında olan biteni idrak etme kabiliyetini kaybetmeye başladı. Bunun yerine kendine başka bir gerçeklik yaratmaya kalktı. Daima başkalarının suçlu olduğu, kendisinin hiçbir sorumluluğunun bulunmadığı yeni bir gerçeklik. O sahte gerçekliğin içinde de, tıpkı insanların pek çoğunda olduğu gibi, elinde sadece veriler kaldı: Üç kupa.

Ve düştü. Chelsea’den gönderildikten tam üç yıl bir gün sonra, United’dan da gönderildi.

Jose MourinhoGetty Images

Biyografisini yazan Luis Lourenço'ya, "Hiçbir zaman kartları dağıtan ve oyunu kuran klanın bir parçası olmadım," demişti. Kariyeri boyunca dışarıdaki adam oldu. Gücünü de bundan aldı. Ama bu kadar dışlanmak, onun için bile yeni bir deneyim.

Kariyerindeki ilk büyük kopuşlardan birini yaşadığı Haziran 2000’de Barcelona’daki görevinden ayrılıp, doğduğu şehir olan Setubal’e dönmüştü. Okumalar ve futbol üzerine düşüncelerle geçen o yaz, Mourinho’ya çok iyi gelmiş ve ardından dört yıl içinde futbolun zirvesine çıkmıştı.

Düştüğü yerden kalkıp, zirveye bir kez daha dönebilir mi, bilinmez. Ama kendisiyle baş başa kalıp; hayatını ve kararlarını yeniden gözden geçirmeye ihtiyacı olduğu kesin.

Reklam

ENJOYED THIS STORY?

Add GOAL.com as a preferred source on Google to see more of our reporting

0