YORUM | Onur Özgen @ozgenonur
Erol Bulut ile sezon ortası kampında yaptığım röportajda, kendisine ilham veren teknik direktörleri sorduğumda aldığım cevaba şaşırmamıştım: Diego Simeone ve Massimiliano Allegri. İki teknik direktörün takımları, bu hafta içinde karşılaştı ve gülen taraf Simeone’nin ekibi oldu.
Bu maçtan birkaç hafta önceyse, Süper Lig’de çok benzer bir maç daha oynandı. Elbette kalitesi daha düşüktü, ama genel görünüm çok da farklı değildi: Birbirine alan vermemeye odaklanmış iki antrenör ve antrenörlerinin talimatlarına uygun bir şekilde kompakt oynamaya çalışan iki takım. Konyaspor - Yeni Malatyaspor maçından bahsediyorum.
Her iki maçın kazananı da - her ne kadar Konya’daki maç berabere bitmiş olsa da oyunun galibi Bulut’un öğrencileriydi - topla daha az oynayan takımlardı (Yeni Malatyaspor: %35.4, Atletico Madrid: %36.9). Ki bunun da tesadüf olduğunu düşünmüyorum.
Yeni Malatyaspor ve Konyaspor’un geçtiğimiz hafta Beşiktaş ve Fenerbahçe ile karşılaşmasına ise hem bir futbolsever hem de bu yazının yazarı olarak memnun oldum; çünkü derbi öncesinde her iki takımın da son durumları hakkında fikir sahibi olabildik. Takım hâlinde topun arkasına geçmeyi ve derin savunma yapmayı iyi bilen iki takıma karşı Beşiktaş ve Fenerbahçe nasıl hücum edecekti? Üçüncü bölgede alan yaratabilmek için planları nelerdi? Hepsini görme fırsatımız oldu.
AAKadıköy’deki maçtan önce şifreleri Aykut Kocaman vermişti: “Daha fazla adam adama, geniş alanda oynamaya çalışan bir takımla blok halinde oynamaya çalışan takım karşı karşıya gelecek." Aynen öyle oldu. Ama bir şey daha demişti maç öncesinde Kocaman: “Toplu ya da topsuz oyunda, hiç problem değil, kendi oyunumuzu rakibe kabul ettirme amacında olacağız. Enteresan durumlar olmazsa birbirine yakın maç olur.”
Enteresan olarak nitelenebilir mi bilinmez, ama maçın 33. dakikasında bir durum oldu. Adis Jahovic atıldı ve Konyaspor kalan 57 dakikada bir kişi eksik oynadı. İlginç bir şekilde maç sonunda her iki antrenör de bu kırılma anından memnun olmadıklarını söyledi. Aslında Kocaman’ın 10 kişi kalmaktan memnun olmamasında ilginç olan bir şey yok elbette.
“Belli bir dönemden sonra topun arkasında olmak oyuncuyu bezdirir. Sürekli geri koş, topun arkasına koş. İşkence gibi bir maç. Saha kenarında seyrederken en sıkıldığım şeylerden biridir. Oynarken de öyleydi,” diyecekti maçın ardından Kocaman. Fakat Ersun Yanal’ın açıklaması, esas ilginç olandı: “11'e 11 olsa daha farklı bir oyun ortaya çıkardı. Yaklaşık 40'a yakın yan topun olduğu bir maç. Rakibin merkezi 9 kişiyle birlikte savunması, bizim sıkışıklıklardan dolayı yaratamamış olmamız öne çıktı.”
Fenerbahçe, antrenörünün de belirttiği gibi maçı tam 40 ortayla bitirmişti. Ama belli ki bu Yanal’ın istediği bir şey değildi. Konyaspor’un bir kişi eksik kalmasının ardından merkezi daha da sıkılaştırması, Fenerbahçe’yi kanatlara itti ve oyuncular çaresizce içeriye top şişirmeye başladı.
Ama madem Yanal bu durumdan memnun değildi; o hâlde neden takımın merkezdeki tek yaratıcı ismi Miha Zajc’ın yerine, kanat ağırlıklı oyunu pekiştirecek Andre Ayew tercih edildi? Nitekim öyle de oldu. Ayew’in girmesinin ardından Fenerbahçe’de ortaların sayısı daha da arttı. Hatta Jailson’un golünden sonraki en net pozisyon da yine Nabil Dirar’ın ortasında ceza sahasına geriden hareketli giren Ayew’in kafa vuruşuyla geldi.
Maçın ardından yayıncı kuruluştaki programda da bu konu tartışıldı. Güntekin Onay, Fenerbahçe’nin orta sayısının fazlalığına vurgu yapıp, üst düzeydeki takımların artık orta yapmadığını söylüyordu ki, araya Önder Özen girdi: “Fenomen takımların orta yapmadıklarını, özellikle gerçek ve sahici bir plana sahip teknik adamların ortayı istemediklerini, sahipsiz ortalara çok büyük tepki gösterdiklerini biliyoruz. Ama orta hâlâ çözümlerden bir tanesidir. Eğer süper bir planınız, harikulade bir stratejiniz ve çok çalışarak ezberlediğiniz bir oyun anlayışınız yoksa orta hâlâ ciddi bir çözümdür.”
Özen buna mukabil, Fenerbahçe’nin akıcı bir kanat oyunu oynayamadığını ve bunun nedeninin de ortaların çoğunun takımın yüzü rakip kaleye dönükken Dirar tarafından değil de, rakip savunma yerleşik ve ceza sahası kalabalıkken sol kanattaki ters ayaklı Mathieu Valbuena’nın üzerinden yapılması olduğunu söyledi.
AAÖzen’in bu tespitini ilk duyduğumda ise aklıma Marcelo Bielsa’nın şu sözleri geldi: “Kanatlardan hücum etmeyi tercih ettiğinizde, iki seçeneğiniz vardır: Geniş alanlara yüklenip, topu ceza sahasına doğru yerden geriye çıkarmak veya yüksek toplar göndermek. Bir oyun tarzı; güncel, modern ya da eski, modası geçmiş gibi etiketlerle değerlendirilemez. Efektif olup olmadığına bakılır.”
Fenerbahçe’nin Konyaspor maçındaki sorunu da ortalarının efektif olmamasıydı. Daha doğrusu, Dirar’ın neredeyse bütün ortaları etkiliydi. Fakat Özen’in de tespit ettiği gibi; Jailson’un golünün asistini yapan, akan oyundaki ortalarında 7’de 4’lük bir isabet yakalayan ve 7 şut pasıyla da bu dalda maçın en iyisi olan Dirar varken, Fenerbahçe tam 105 defa topla buluşan ve yaptığı 22 ortanın sadece 4’ünde isabet bulabilen Valbuena üzerinden hücum etmeyi tercih etti.
Sonuç ise Fenerbahçe adına bir yanıyla hayli trajikti. Çünkü sıkıcı bulup gönderdikleri, rakibe alan vermemeye odaklı Kocaman’ın futboluna karşı tribünler tarafından yıllardır istenilen ve sonunda getirilen Yanal’ın “hücum futbolu” alan bulamamış ve hiçbir çözüm üretememişti. Hem de 57 dakika boyunca bir kişi fazla oynamasına rağmen!
Bu trajedi, Boğaz’ın karşı yakasında da uzun süre boyunca yaşandı. Üst üste iki şampiyonluğun ardından gelen dördüncülüğün sebepleri olarak birçok şey sayılabilir. Ama Beşiktaş’ın saha içinde yaşadığı sorunların belki de ilki, derin savunma yapan rakiplere karşı bir çözüm bulamamak ve giderek efektifliğini kaybeden ortalara dayalı hücum planında ısrar etmekti.
Birkaç aydır ise nihayet bu gerçekle yüzleşilmeye başlandı. Bilhassa Vodafone Park’ta dört golün yenildiği Genk maçının ardından başka bir oyuna geçişin işaretleri görüldü. Önce oyuncular değişti. Dorukhan Toköz ve Güven Yalçın’ın on bire girişleri, Adem Ljajic’in efektifliğini artırdı. Devre arasında Burak Yılmaz’ın da bu yeni yapının ileri ucuna eklenmesi, Beşiktaş’ın topa daha az sahip olan ama daha dinamik ve direkt oynayan bir oyuna geçtiğinin ilânıydı.
Dorukhan’ın yanına Atiba Hutchinson’ın geçmesi ve Ricardo Quaresma’nın BB Erzurumspor maçında kendini zorla attırmasının ardından yine bu oyuna uygun bir oyuncu olan Jeremain Lens’in de sağ kanada yerleşmesiyle Beşiktaş’ın uzun süre sonra bir oyun tarzını efektif bir şekilde oynamaya başladığını izledik. Yeni Malatyaspor maçı da bu silsilenin son halkası oldu ve takım sezonda ilk defa üçte üç yaptı.
Tıpkı Konyaspor gibi ilk yarının sonlarına doğru 10 kişi kalan Yeni Malatyaspor’a karşı Beşiktaş’ın Fenerbahçe’ye kıyasla çok daha etkili ve çeşitli hücum planları vardı. Her ne kadar goller, Gökhan Gönül’ün başrolünde olduğu bir duran top organizasyonu ve Caner Erkin’in yakın direğe ortasıyla gelmiş olsa da, başta Burak Yılmaz’ın savunma arkası koşularını ödüllendiren ara paslar ve Adem Ljajic’in verkaçları olmak üzere Beşiktaş birçok pozisyonda merkezden geliştirdiği direkt hücumlarla da boşluklar bulmayı başardı. Başka bir deyişle, kapalı savunmaları aşma konusunda Fenerbahçe’ye göre çok daha iyi bir sınav verdi.

Peki bu iki takım birbirine karşı nasıl oynar? Beşiktaş’ta hücumdaki akıcılığın baş aktörü Ljajic olmayacak. Fiziksel açıdan soru işareti Şenol Güneş tarafından da onaylanan Shinji Kagawa, yerine aynı katkıyı verebilir mi? Üç maçtır takımın yeni düzenine iyi adapte olan ve katkı da sağlayan Lens’te ısrar mı edilir, yoksa Güneş yine prensi Quaresma’ya geri dönüş mü yapar? Quaresma formayı geri alırsa, yine A planının kendisi üzerinden yürümesini isteyip takımı bozar mı? Derbinin Avrupa yakasına dair akla gelen başlıca sorular bunlar.
Asya yakasında ise belirsizlik daha fazla. En büyük belirsizlik ise çok temel bir soruya denk geliyor: Golü kim atacak? Takımın son iki golü, savunmanın önünde oynayan iki oyuncudan geldi. Jailson ve Mehmet Topal’ın attığı iki ekstra gol, yine de Fenerbahçe’ye yetmedi. Çünkü takımın skora katkı vermesi gereken hücum oyuncularının neredeyse hiçbiri skorer değil. Bir zamanlar golcü olarak bildiğimiz Islam Slimani, müsait durumdayken bile kaleye şut çekmeye korkar hâlde. Arkasındaki üçlü ise kimlerden oluşursa oluşsun, tamamı servis yapan oyuncular oluyor: Nabil Dirar, Victor Moses, Miha Zajc, Mathieu Valbuena, Mehmet Ekici ya da Eljif Elmas; hiçbiri gol beklentisi yüksek oyuncular değil. Belki bir tek Andre Ayew bu konuda ayrı tutulabilir. Ama onun da oyuna katkısı sınırlı olduğu için, Yanal genellikle kanatlarda Dirar ve Moses'ı tercih ediyor.
Bu durumda Fenerbahçe gol ümitlerini tek bir oyuncuya bağlayabilir: Roberto Soldado. İspanyol golcü, her ne kadar eski günlerinin çok uzağında olsa da kaleyi karşısında gördüğünde ne yapacağını hâlâ çok iyi biliyor.
Peki Fenerbahçe derbide nasıl oynayabilir? Öncelikle Mauricio Isla - Nabil Dirar ikilisi geri dönüyor. Bu güzel bir haber. Sarı-lacivertliler, hücumlarını bu iki oyuncunun sağ kanattan son çizgiye inip içeriye çevirdiği toplar üzerinden kurgulayabilir. Yani Özen’in deyimiyle daha akıcı bir kanat oyununu bu maçta görebiliriz.
Öte yandan Zenit maçının ikinci yarısında Tolgay Arslan’ın girişiyle birlikte takımın topu daha fazla ayağında tutması ve oyunun kontrolünü ele geçirmesi, Yanal’ı derbi öncesinde cezbetmiş olabilir. Ama St. Petersburg’da Tolgay oyuna girdiğinde, Fenerbahçe’nin turu geçmesi için gol bulması gerekmiyordu. Derbide ise başka bir gerçeklik olacak. Dolayısıyla sadece topu dolaştırmak Vodafone Park’ta yetmez, pozisyon getirecek aksiyonlar da üretmek lâzım. Fakat Fenerbahçe bu konuda elini bir türlü güçlendiremiyor.
Ersun Yanal, geldiğinden beri büyük patlamanın olmasını bekliyor. Olsun ki, taşlar önce ortalığa dağılsın ve ardından bu dağınıklıktan zamanla bir düzen oluşturabilsin. Ama Fenerbahçe şu anda sadece dev bir toz bulutundan oluşuyor.
Şenol Güneş ise uzun süren karışıklığın ardından sonunda yeni bir düzen tutturmuş gibi görünüyor. Ama Quaresma’ya olan tutkusu, bir anda her şeyi yeniden dağıtabilir.
Bakalım derbide hangisi ağır basacak? Düzen mi, kaos mu?




