YORUM | Onur Özgen @ozgenonur
“Taktik ve dönem fark etmeksizin, büyük kulüplerin tarih boyunca tek bir ortak noktası vardır: Sahaya ve topa hükmetmişlerdir” der Arrigo Sacchi.
Futbol anlayışını oluşturmasında Sacchi’nin Milan’ının müstesna bir yerinin bulunduğunu ve kendisiyle özdeşleşen karşı pres konusunda da o Milan takımından çok şey öğrendiğini her fırsatta dile getiren Jürgen Klopp, buna karşın bir yıl öncesine kadar daha çok topsuz oyun üzerine olan planlarıyla değerlendiriliyordu. Geçen sezon ise hem Premier Lig hem de Avrupa’da zirveye çıkan Liverpool’u üst düzey bir topa sahip olma takımına dönüştürmesiyle birlikte ustası Sacchi’ye bir adım daha yaklaştı ve o soruyu yeniden gündeme getirdi: Futbolda şampiyonluğun yolu topa sahip olmaktan mı geçiyor?
Buna Avrupa’nın beş büyük ligi için rahatlıkla evet cevabını verebiliriz; çünkü beş ligde de zirvedeki ve aşağıdaki takımlar arasındaki uçurum giderek derinleşti ve bu da yerel hegemonyalar doğurdu. Serie A’da sekiz, Bundesliga'da yedi yıldır şampiyon takım değişmiyor. Ligue 1’de son yedi sezonun altısını Paris Saint-Germain kazandı. La Liga’da ise Barcelona ve Real Madrid arasındaki rekabetin arasına on beş yıldır sadece bir kez Atletico Madrid girebildi ve Barcelona toplamda on kez şampiyon oldu. Rekabetin en sert olduğu Premier Lig’de de Manchester City ve Liverpool’un diğerleriyle arasındaki fark her geçen sezon biraz daha açılıyor.
Getty ImagesBu durum da maçların büyük çoğunluğunda zirvedeki takımların topa her zamankinden daha fazla sahip olmasına, diğer takımların da topu her zamankinden daha fazla bırakmasına neden oluyor.
Geçtiğimiz sezon Avrupa’nın beş büyük ligini kazanan takımlardan dördünün topa sahip olma oranları yüzde 60’ın üstündeydi: Manchester City (%68.1), Bayern Münih (%66.1), Barcelona (%64.7), Paris Saint-Germain (%64). Bu takımlar arasında en az proaktif oynayan Juventus ise sezonu yüzde 56.2’yle topa sahip olarak tamamlamıştı. Onlar da bu sezonun başında radikal bir karar alarak, üst üste kazanılan sekiz lig şampiyonluğunun beşinde takımın başındaki isim olan Massimiliano Allegri’nin yerine topa sahip olma oyununun son yıllardaki en büyük ustalarından biri olan Maurizio Sarri’yi getirdiler.
Jonathan Wilson’ın Socrates’ teki yazısında da belirttiği gibi, Premier Lig’de 2003-04 ile 2005-06 arasında bir takımın yüzde 70 veya daha fazla oranda topa sahip olduğu maç sayısı üçtü. Bu veri, 2016-17 sezonunda 36’ya ulaştı. Geçtiğimiz sezonki sayı ise 63. Buna karşın Süper Lig’de bu kadar keskin bir ayrım bulunmuyor; geçen sezon yalnızca altı maçta bir takım yüzde 70’in üstünde topa sahip olabildi. Bu durum da ligin zirvesiyle aşağısı arasındaki güç farkının, Avrupa’nın beş büyük ligindeki kadar derin olmamasıyla açıklanabilir.
Özellikle ligin iki lokomotifi Galatasaray ve Fenerbahçe’nin son yıllarda kalite anlamında yaşadıkları büyük düşüş, zirvedeki takımlarla diğerleri arasındaki makasın biraz daha kapanmasına yol açtı. Elbette yabancı sınırının serbest bırakılmasının da bunda büyük payı olduğunu söyleyebiliriz. Ancak hem Galatasaray hem de Fenerbahçe’nin bu sezon yeniden iddialı kadrolar kurmaları, Beşiktaş ve Trabzonspor’un ise yeni bir yapılanma sürecine girmeleriyle birlikte Süper Lig’de de zirvenin yolu daha proaktif oyunlardan geçecek gibi görünüyor.
AABu durumun farkında olan üç büyükler, açık bir dönüşümün içindeler. Ligin ilk üç haftasında en fazla topa sahip olan takım yüzde 68.5’le Fenerbahçe’ydi, ardından ise yüzde 66’yla Beşiktaş geliyordu. Galatasaray ise yüzde 58.5’le Yeni Malatyaspor’un ardından dördüncü sırada yer alsa da üç maçını da kırmızı kart görmeden tamamlayamadıklarını düşünürsek, önümüzdeki haftalarda onların topa sahip olma oranlarının da yüzde 60’ın üstüne çıkacağını öngörebiliriz.
Son iki sezondur Başakşehir’de topa sahip olma düşüncesinin üzerine çok fazla eğilen ve set oyununu giderek olgunlaştıran Abdullah Avcı’yı takımın başına getiren Beşiktaş’ın sezona yüzde 60’ın üstünde topa sahip olarak girmesi zaten bekleniliyordu. Ancak Fatih Terim ve Ersun Yanal gibi antrenörlük kariyerleri boyunca topa hükmetmek gibi bir takıntıları hiç olmamış iki teknik direktörün takımlarının da artık net olarak topu istediklerini görmek ilginç.
Kurulan kadrolar da bu isteği net olarak ortaya koyuyor. Üç takım da geriden oyun kurabilecek savunmacıları ve hatta kalecileri tercih ediyor, orta sahalar ağırlıklı olarak pasörlerden oluşuyor, forvetlerden de sık sık derine inip oyuna dâhil olmaları ve boş alanlar yaratmaları bekleniyor.
Geçen sezon Premier Lig’de en fazla isabetli pas atan beş oyuncudan dördü stoperdi. Süper Lig’in ilk üç haftasında da en fazla isabetli pas atan oyuncuların Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın stoperlerinin olması, ligin zirvesinde yaşanan topa sahip olmaya dayalı dönüşümü gösteriyor: Jailson (255), Victor Ruiz (250), Zanka (236), Domagoj Vida (197).
Depo PhotosAncak günümüzde pek çok takım topa sahip olmayı, topla oyalanmakla karıştırabiliyor. Bu konuda referans alınabilecek antrenörlerin başında gelen Pep Guardiola ise bu yaz verdiği röportajlardan birinde şöyle söylüyordu: “Her şey topa nerede sahip olduğunuza bağlı. Pozisyon yaratıyor musunuz? Önemli olan bu. Üçüncü bölgede kararlı ve acımasız olmanız gerekir. Manchester City'de geçtiğimiz sezon Şampiyonlar Ligi'nin isabetli pas rekorunu kırdık; ama bunların yüzde 80’i iki stoperin arasındaki paslaşmalardı. Bu sayılar hiçbir şey değildir, hiçbir şey sayılmazlar, hiçbir anlamları yoktur. Topa sahip olmak demek bu değil! Topa sahip olmanızın içinde bir kıpırtı yoksa, bu hayat olmadan yaşamak gibidir ve böyle oynamak daha tehlikelidir.”
Fenerbahçe şu an için topa sahip olarak oynamanın anlamını Galatasaray ve Beşiktaş’a göre daha iyi kavramış gibi görünüyor. Hem Galatasaray hem de Beşiktaş ligdeki ilk üç maçında geriye yaslanan rakiplerine karşı alan bulmak ve pozisyona girmek konusunda çok zorluk çektiler. Oysa Guardiola’nın işaret ettiği gibi, pozisyona giremiyorsanız topa sahip olmak hiçbir şeydir! Fenerbahçe ise ilk üç hafta itibarıyla topa hükmetmenin getirdiği avantajları en iyi kullanan takım konumunda. Zira topa en fazla sahip olan takım olmalarının yanı sıra en fazla isabetli pas yapan (1639), en yüksek pas yüzdesi tutturan (%87.1), isabetli şut çeken (21), rakip ceza sahasında topla buluşan (93), net gol pozisyonuna giren (16) ve gol beklentisi (9.83 xG) yakalayan takım onlardı.
Bir Ersun Yanal takımının sezona ligin en yüksek hücum değerleriyle başlaması elbette sürpriz değil. Yıllardır Fenerbahçe tribünleri tarafından Yanal’ın takımın başına yeniden getirilmesinin istenmesi ve nihayetinde geçen sezonun ortasında bu buluşmanın gerçekleşmesi de 2013-14’teki son şampiyonlukta gösterilen etkileyici hücum performansına dayanıyor. Altı sezon sonra ise Fenerbahçe yine heyecan verici bir hücum futboluyla geri dönmüş durumda. Ama sarı-lacivertliler bu defa çok daha farklı hücum ediyor.

2014’teki Fenerbahçe’nin hücumdaki en büyük silahları iki bekiydi. Nasıl geçen sezon Liverpool’da Trent Alexander-Arnold ve Andy Robertson 24 gole doğrudan etki ettilerse, o sezon Fenerbahçe’de de Gökhan Gönül ve Caner Erkin’in 20 golün altında imzaları vardı. Her iki bek de önlerindeki Dirk Kuyt ve Moussa Sow’un içe kat edip kendilerine açtıkları geniş kulvarları çok iyi kullanıyordu. Gökhan ve Caner'in son çizgiye inip yaptıkları isabetli ortaların yanı sıra, geriden yolladıkları isabetli uzun toplar da rakibin önde bastığı anlarda takım için önemli bir hücum opsiyonu oluyordu. İki bekin ortaları ve uzun paslarından seken ikinci topları, orta saha oyuncularının yüksek yüzdeyle kazanmaları sayesinde de hücum sürekliliği sağlanıyordu.
Şu anki Fenerbahçe’nin ise o Fenerbahçe’yle arasındaki tek ortak nokta, takıma geri dönen Emre Belözoğlu gibi görünüyor. Altı sezonda neredeyse bütün oyuncu profilleri değişti. Hâliyle Yanal’ın tercih ettiği taktik formasyon ve oyun anlayışı da değişti; 4-3-3’ten 4-2-3-1’e ve direkt oyundan topa sahip olma oyununa geçildi.
İlk değişim ise geride başladı. Yıllardır Fenerbahçe’ye karşı önde basan rakipler, bu baskılarından çok kolay sonuç alırdı. Çünkü Fenerbahçe’nin ne rakibin presinden kurtulmasını sağlayacak bir planı ne de böyle bir planı olsa bile onu uygulayabilecek oyuncuları vardı. Bu sezon ise Fenerbahçe’ye karşı önde basmayı isteyecek takımlar çok daha dikkatli olmak zorunda. Zira Fenerbahçe’yi bu baskı anlarından çıkarabilecek pas tekniğine, oyun görüşüne ve soğukkanlılığa sahip yeni bir kaleci ve iki stoper kadroya dâhil edildi. Ayrıca savunma önünde Emre’nin varlığı da takımın geriden çok daha nitelikli bir şekilde çıkabilmesini sağlıyor.
Yanal’ın takıma geç katılan Adil Rami’nin yerine ilk üç haftada sol stoperde Jailson’u oynatması ise geriden pasla çıkma konusunda ne kadar kararlı olduğunu gösteriyor. Klasik birer kesici stoper olan Serdar Aziz ve Sadık Çiftpınar’ın bu yeni oyun düzeninde kendilerine yer bulmaları kolay görünmüyor. Dolayısıyla Zanka - Rami ikilisinin alternatifleri büyük ihtimalle orta saha orijinli iki Brezilyalı, Jailson ve Luiz Gustavo olabilir.
Takımın ön hattında da geçmiş sezonlara göre büyük yapısal değişimler görünüyor. Öncelikle Fenerbahçe çok uzun süredir, belki de Mamadou Niang’dan beri, etrafındaki oyuncuların servisine muhtaç olan merkez forvetlerle oynuyordu. Bu sezon ise hem kendine hem de etrafına pozisyon yaratabilen bir değil iki forvete birden sahip. Vedat Muriqi, ilk bakışta fizik olarak klasik bir hedef santrfor olarak düşünülebilir. Fiziğini iyi kullanması ve sırtı dönük oyundaki becerileri sayesinde bu rolde de katkı verebiliyor. Ama kendini sık sık derine atması ve bu sayede oyun kurulumunun önemli parçalarından biri olması, onu bir hedef santrfordan çok daha fazlası yapıyor.
Depo PhotosKosovalı santrforun bu oyun tarzı sayesinde Fenerbahçe merkezde rakibine sayısal üstünlük yakalayabiliyor. Öte yandan Muriqi’in boşalttığı alanlar, Garry Rodrigues gibi ligin en hızlı içe kat eden kanat oyuncularından birine ve hatta Trabzonspor maçında olduğu gibi geriden Tolga Ciğerci’nin sürpriz koşularına fırsat da tanıyor.
Fenerbahçe'nin ilk üç haftada dikkat çeken bir diğer özelliği ise hücumdayken merkezde keyif veren pas kombinasyonları oluşturabilmesi oldu. Bu kombinasyonlardaki anahtar oyuncu ise Max Kruse’ydi. Alman oyuncunun özellikle rakibi ikiye bir yakaladığında bir anda ortaya çıkan oyun vizyonu, Fenerbahçe’de Alex de Souza’nın ayrılışından beri görülmeyen bir şeydi.
Kruse geçen sezon Werder Bremen'de tam ona uygun şekilde hareketli bir takıma sahipti. Lucien Favre'ın direkt hücum etmeyi seven ve rakip kale önünde ne yapacağı kestirilemeyen Mönchengladbach'ında da anahtar oyunculardan biriydi. Fenerbahçe de ilk üç haftada çeşitli hücum varyasyonlarına sahip olduğunu gösterdi ve Kruse bu hareketli düzen içinde üç maçta da oyun zekâsıyla fark yarattı. İlerleyen haftalarda Gustavo’nun orta sahaya dâhil olmasıyla ön tarafta daha da özgür olacaktır.
Trabzonspor maçı özelinde ise Rodrigues ile olan ikili oyunları çok dikkat çekiciydi. Bu sayede takımın yakaladığı toplam sekiz net gol fırsatının üçünde Rodrigues yer aldı; ancak sadece birini değerlendirebildi. Muriqi’in hareketliliği ve Kruse’nin yaratıcılığı sayesinde Rodrigues bu sezon Fenerbahçe’nin en fazla gol pozisyonuna giren oyuncusu olabilir. En büyük sorunu ise karar alma sıkıntısı. Topla aksiyonlarının finalinde doğru tercihi yapmayı başarabilirse, Fenerbahçe’de kariyer sezonunu geçirebilir.
Depo PhotosSarı-lacivertlilerin ilk üç haftadaki zayıf noktası ise geçiş savunması olarak görünüyor. Rakip yarı sahada topa sahip olarak oynamaya çalışan her takım gibi, elbette Fenerbahçe de yaptığı top kayıplarının ardından arkasında bıraktığı geniş alanları savunmak zorunda. Bunun için de iki yol var: Ya topu kaybettikleri yerde karşı prese geçecekler ya da geri çekilip pozisyonlarını korumaya çalışacaklar. Yanal ise açık bir şekilde ilkini tercih ediyor. Ama Başakşehir ve Trabzonspor maçlarındaki bu baskı anlarında her iki rakibe de birçok geçiş fırsatı verdiler. Dolayısıyla topsuz oyunda daha organize, sert ve kararlı olmaları gerekiyor. Gustavo’nun varlığı ise bu konuda takımın elini oldukça güçlendirebilir.
Sonuç olarak, Fenerbahçe tarihinin en kötü sezonlarından birinin ardından ihtiyaç duyduğu başlangıcı yaptı. Öz güven açısından çok kırıcı bir sezonun etkilerini artık üzerlerinde hissetmiyorlar gibi görünüyor. Oyun planları belli ve ellerinde de buna uygun oyuncular var. Artık bundan sonrası oyunun giderek daha kusursuzlaştırılmasına bağlı. Sezon başı itibarıyla ise oyun adaptasyonu anlamında Galatasaray ve Beşiktaş’ın önünde olduklarını açıkça söyleyebiliriz.

