YORUM | Onur Özgen @ozgenonur
Geçtiğimiz sezon Avrupa’nın en keyif veren takımı birçokları için Ajax’tı. Oynadıkları tüm kulvarlarda tam 175 gol atmışlar ve 23 yılın ardından Şampiyonlar Ligi’nde finale yükselmeyi dramatik bir şekilde son saniyede kaçırmışlardı. Geçirdikleri bu olağanüstü sezonu ise Erik ten Hag’ın elindeki yetenekli oyuncuları bir arada oynatmaktan çekinmeyen, fazlasıyla cüretkâr oyun anlayışına borçlulardı.
Kendilerinden çok daha pahalı bütçelerle kurulmuş Avrupa’nın beş büyük liginin devlerinin orta sahalarında bile en az bir ya da iki defansif karakterli oyuncu varken, Ajax’ın orta sahasında üç hücuma dönük oyuncu birden oynuyordu; Lasse Schöne, Frenkie de Jong ve Donny van de Beek.
Geçen sezondan bu yana Süper Lig’de de iki takım, Ajax’ın bu cüretini paylaşıyor; Trabzonspor ve Başakşehir.
Bordo-mavililerde Ünal Karaman, geçen sezonun ortasında Ogenyi Onazi’nin sakatlanmasının ardından yerine başka bir defansif orta saha oyuncusunu oynatmaktan ise hücuma dönük bir oyuncu olan Abdulkadir Parmak’ı kullanmayı tercih etmiş ve orta sahanın merkezinde Parmak, Jose Sosa, Yusuf Yazıcı üçlüsüyle sezonu tamamlamıştı (üstelik sağ kanatta da yine 10 numara karakterli Abdülkadir Ömür yer alıyordu).
Başakşehir ise her ne kadar geçen sezonun ikinci yarısında Abdullah Avcı’nın Robinho’yu sahte dokuz rolünde kullanmayı tercih etmesinin ardından zor gol atan bir takıma dönüşse de, sezonun büyük bölümünü orta sahasında derin oyun kurucu rolünde Emre Belözoğlu ve 10 numara karakterli Marcio Mossoro ve İrfan Can Kahveci’yle geçirmişti.
Aradan tam bir yıl geçti, iki takımın da kadrolarında değişiklikler oldu, antrenörleri değişti; ama ikisi de bu cüretkârlıklarından bir şey kaybetmedi. Salgın nedeniyle verilen üç aylık aranın ardından yeniden başlayan Süper Lig’de lider Trabzonspor, Göztepe’nin karşısına üç 10 numara (Ömür, Parmak, Guilherme) ve üç forvet karakterli oyuncuyla çıktı (Caleb Ekuban, Anthony Nwakaeme, Alexander Sörloth). Bu altılıya ise ligin belki de en hücumcu bekleri olan Joao Pereira ve Filip Novak eşlik etti. Üstelik ilk yarının sonlarında Guilherme ikinci sarı karttan oyun dışında kaldı. Trabzonspor o anda öndeydi, pekâlâ Hüseyin Çimşir ikinci yarının başında oyuna ekstra bir savunmacı alıp skoru korumaya yönelebilirdi. Ama Ekuban’ı sağ kanada attı ve aynı anlayışla 4-4-1 düzeninde devam etti. Ödülünü de ikinci yarının başında bulduğu penaltı golüyle farkı ikiye çıkararak aldı.
Depo Photosİkinci sıradaki Başakşehir’de ise Okan Buruk’un Alanyaspor karşısındaki on birinde orta sahada defansif karakterli Mahmut Tekdemir yer alıyordu ve bu açıdan Trabzonspor’a kıyasla bir parça daha ihtiyatlı sayılabilirlerdi. Ama Mahmut’un önünde de beş hücumcu birden vardı; İrfan Can, Edin Visca, Danijel Aleksic, Enzo Crivelli ve Demba Ba.
Sonucunda ise iki takım da maçlarını çok zorlanmadan kazandı ve Galatasaray’ın Rize deplasmanındaki beklenmedik mağlubiyetiyle birlikte son şampiyonla aralarındaki puan farkını altıya çıkardı. Başka bir deyişle, geçtiğimiz sezondan bu yana yaratıcı ve hücuma dönük oyuncuları bir arada oynatma cüretini gösteren iki takım, sonunda zirvede yalnız kaldı.
İstanbul’un üç büyükleri ise Süper Lig'in 18 takımlı ve üç puanlı sistemde oynanmaya başladığı 1994-95'ten bu yana ilk kez bir sezonun 27. haftasındaki puan durumunda ilk üçte yer bulamadı.
Kifâyetsiz büyük birader: VAR
Video hakem (VAR) denilen mefhumun futbolun içine girdiği günden bu yana sahada oluşan en absürt görüntülerden biri ofsayt pozisyonlarındaki karmaşa hâli. Her ne kadar kural, bariz olarak görülen ofsayt pozisyonlarında yan hakemlere bayraklarını kaldırmasını söylese de, sorumluluklarının büyük bölümünü VAR’a devreden ve böylece saha içinde hem vasıfsızlaşan hem de tembelleşen yan hakemlerin çoğu buna riayet etmiyor. VAR’dan uyarı gelene kadar ofsayt bayrağının kaldırılmadığı pek çok pozisyonun sonunda ise bu duruma bir türlü alışamayan savunmadaki takımın oyuncuları yan hakemlere büyük bir tepki gösteriyor.
Bunun bir benzeri, pazar akşamı Rize’de de tekrarlandı. Yan hakemin rahatlıkla ofsayt bayrağını kaldırabileceği bir pozisyonda, yetkilerini bir kez daha VAR’a devredip pozisyonun devamını beklemesinin ardından bu defa acı bir olay yaşandı ve Fernando Muslera’nın ayağı kırıldı. Maçın ardından Fatih Terim ise, “Neyi bekliyorsunuz? Oyuncunun ayağının kırılmasını mı?” diyerek yan hakeme tepki gösterdi.
Depo PhotosTepki olağan; ama adresi yan hakem değil, onları işlevsizleştiren VAR sistemi olmalı.
İbrahim Altınsay’ın The Blizzard Türkiye’ nin üçüncü sayısındaki yazısında çok iyi betimlediği gibi, “Sahaya çıkıp oynamayı ya da bu durumda koşup terk dökerek hakemlik yapmayı gözü kesmeyen bir ‘kifâyetsiz büyük birader’ VAR. Maçı bölüp parçalayan ve sizin için kurgulayan kerâmeti kendinden menkûl bir otorite. Dahası hafızanızı silip başka bir gerçekliği size zorla kabûl ettiren bir mutlâkiyetçi”.
Futbolun kifâyetsiz büyük biraderi, bugüne kadar atılan pek çok golü ve gol sevincini hafızalarımızdan acımasızca sildi. Kendisinin de dolaylı yoldan payıyla yaşanan trajik bir sakatlık ve sonrasındaki üzüntü ise onun ilgi alanına elbette girmiyordu.
Galatasaray’da bir dönem sona erdi
Sezon başında tâbiri caizse generallerle dolu bir takım kuran Galatasaray, çok fazla rütbenin ağırlığından sahada hareket edemez hâle gelmişti. Ne top kendisindeyken sete yerleşebiliyor, ne geriden oyun kurabiliyor, ne top rakipteyken etkili bir pres uygulayabiliyor ne de rakiplerin kontrataklarını karşılayabiliyordu.
Ardından Terim, sezon başındaki kadro planlamasının yanlışlığını kabul edip, devre arasında hem birkaç oyuncuyu hem de oyunu değiştirerek her şeye sıfırdan başlamış ve takımın şampiyonluk yarışına geri dönmesini sağlamıştı. Açıkçası salgın öncesindeki Galatasaray istim üstündeydi.
AASalgından sonraki ilk maçta ise oyuncuların ne zihnen ne de bedenen hazır bir şekilde dönebildikleri görüldü. Kuşkusuz Muslera’nın sakatlığı da onları olumsuz yönde etkilemiştir. Ama bu talihsiz olaydan önce de Galatasaray sahada yok gibiydi ve savunmalarının arkasına Çaykur Rizespor peş peşe sızıyordu.
Belli ki üst üste iki şampiyonluğun ardından Galatasaray, bu üç aylık süreçte en azından Trabzonspor ve Başakşehir kadar kendisini hazır tutamamış. Bu da sarı-kırmızılıların sezon sonunda yeni bir yapılanmaya ihtiyacı olduğunu gösteriyor.
Güven Yalçın bir santrfor değil
Klasik bir santrfordan neler beklenir? Ceza sahası içinde iyi bir konum alması, bulduğu fırsatları yüksek bir yüzdeyle bitirmesi, kaleye sırtı dönük bir şekilde oynamayı bilmesi ve bağlantı oyununu oynayabilmesi. Beşiktaş’ın kâğıt üzerindeki üç santrforundan Burak Yılmaz ve Umut Nayir, bunlardan en azından bazılarını yapabiliyor. Diğer seçenek Güven Yalçın ise hiçbirini yapamıyor; çünkü o bir santrfor değil.
Siyah-beyazlılar ise bu sezon bu gerçeği bir türlü kabûl edemedi. Abdullah Avcı döneminde Burak’ın sakatlığının bulunduğu sezon başında en uçta Güven yer alıyor, ama golleri oyuna sonradan giren Umut atıyordu. Üç aylık salgın arasından sonraki ilk maçta ise Burak cezalıydı, yerinde yine Güven vardı; ama sonuç bir kez daha değişmedi. Güven hiçbir santrforluk belirtisi göstermemeye devam edince, ilk yarının ortalarında Sergen Yalçın ondan daha fazla geriye gelmesini ve sahte dokuz gibi oynamasını istedi. Onu da beceremedi. Ardından devre arasında oyundan çıktı ve Yalçın aynı görevi Kevin-Prince Boateng’e verdi. Ondan da verim alınamayınca, nihayet 65. dakikada oyuna Umut girdi. Sahada gerçek bir santrfor olunca da Beşiktaş’ın pozisyonları peş peşe geldi.
Depo PhotosGüven ise sezon başından bu yana ısrarla denendiği santrforda kredisini iyice tüketti. Elbette bunda onun da hataları var. Geçtiğimiz sezondan bu yana kendisini çok daha fazla geliştirmeliydi. Ama geçen sezon Şenol Güneş tarafından çoğunlukla sol kanattan içe kat eden bir rolde kullanıldığı ve bu şekilde dokuz gollük bir katkı verdiği nasıl unutuldu, anlamak güç. Üstelik takımdaki mevcut kanat oyuncularının skora katkısı birbirinden düşükken.
Futbolda kesin yargılardan mümkün olduğunca kaçınmak gerek. Ama Güven’in en azından mevcut hâliyle bir santrfor olmadığı çok açık. İllâki hücum hattının merkezinde kullanılacaksa da bunu ancak 4-4-2 ya da 3-5-2’nin yardımcı forveti olarak yapabilir.
Yeni bir gelecek tahayyülü
Cumartesi akşamı Beşiktaş tarihinde bir ilk yaşandı ve ilk defa bir maç içinde hücum dörtlüsünün tamamı değişti. Elbette buna yol açan ilk şey salgın dönemi boyunca beş oyuncu değişikliğine izin verilmesiydi. Ama Yalçın’ın bu hakkının dördünü hücum hattında kullanması, Beşiktaş’a ait bir sorunu işaret ediyor.
Siyah-beyazlıların temel sorunu ise sezon başından beri aynı; hücumda rakip savunma yerleşikken alan bulmakta, savunmada ise rakiplerin kontrataklarını karşılamakta zorlanıyorlar. Oysa büyük takımların saha içinde uygulamaları gereken en temel prensip, dar alan içinde hücum edip, arkasında bıraktıkları geniş alanları savunmaktır. Bu da belli seviyede bir kalite ve organizasyonu gerektirir.
Yalçın’ın göreve gelmesiyle birlikte özellikle hücumda daha rahat ve özgür bir görüntü sergileyen Beşiktaş, top rakipteyken ise daha yüksek şiddette bir karşı presle topu kendi kalesinden uzakta tutmaya çalışıyordu. Başka bir deyişle, daha iyi organize olarak hücumda ve savunmada yaşadığı kalite sorununu aşmayı deniyordu. Fakat Antalyaspor maçının ilk yarısındaki uyumsuzluk, kalite sorununu bir kez daha açığa çıkardı.
Bir maç içinde hücum dörtlüsünün tamamını değiştiren Beşiktaş, sezon sonunda ise büyük ihtimalle takımın neredeyse tamamını değiştirmek zorunda kalacak. Ama bunun için kısa mesaj göndermek yetmez. Beşiktaş’a daha fazla Rıdvan Yılmaz, Ersin Destanoğlu ve yeni bir gelecek tahayyülü lâzım.
