YORUM | Onur Özgen @ozgenonur
Akıl ve duygular. Abdullah Avcı’nın maç önü ve maç sonu konuşmalarını dikkatli dinleyenler, söylemlerinin çoğunlukla bu ikisinin çatışması üzerine kurulu olduğunu bilirler. Ve Avcı’nın dünyasında bu çatışmanın galibi daima bellidir: Akıl, duyguları hep farklı mağlup eder.
Fakat sahada işler her zaman onun istediği gibi aklın tahakkümünde geçmez, duygular zaman zaman baskın gelir. Bu şu anlama gelir: Antrenman sahasında hafta boyunca çalışılanlar sahada tatbik edilmiyordur. Kolektifliğin yerini bireysellik almıştır. Başka bir deyişle, oyuncular doğaçlamaya başlamışlardır.
Futbol yazarı Rory Smith, futbolun oynanma biçimi açısından birbiriyle çatışan iki grubun olduğunu belirtir: Gelenekçiler ve modernistler. Gelenekçiler; futbolu basit bir oyun olarak görürler. Onlara göre bir maçı daha yetenekli olan, daha çok çalışan, koşan ve isteyen taraf kazanır. Taktikler ise ikinci plandadır. Diğer taraftan modernistler için futbol çok daha karmaşıktır. Maçların sonucunun her şeyden önce taktikler, sistemler ve şablonlar tarafından belirlendiğini savunurlar.
“Gol atmaları gerekirse forveti oyundan çıkarır ve oyunu kontrol etmek üzere bir orta sahayı sahaya sürerler,” der Smith. “Maçın son anlarında takımları ileriye rastgele uzun toplar yollamaya başlarsa küplere binerler. Onlar sakin kalmayı önemser. Futbolu bir bilim olarak görürler.”
Avcı’nın ise bu kaba ayrımın içinde modernistlerin tarafında olduğunu söylemeye sanırım gerek yok. Bu çok açık. Ama bu Trabzonspor, onun şu ana kadar çalıştırdığı en gelenekçi takım olabilir. Aralarında bir çatışma kurabilmek için Avcı’nın en modernist takımını da seçmemiz gerekirse, herhalde o da 2018-19 sezonundaki Başakşehir olurdu.
Depo PhotosBaşakşehir’deki son sezonunda topa daha fazla sahip olmak ve oyun üzerindeki kontrolünü olabildiğince artırmak için en uçta Robinho’yu sahte dokuz rolünde kullanan, üstelik bunu elinde Emmanuel Adebayor, Demba Ba ve Riad Bajic gibi üç tane klasik dokuz numara varken yapan Avcı; amacına da ulaşmış ve ligin en dominant takımını yaratmıştı. Başakşehir o sezon birçok maçta topa ve oyuna hükmeden taraf olmuş, ama bu dominantlıkta büyük payı olan santrforsuzluk, aynı zamanda takımın ceza sahasındaki bitiriciliğini ve kararlılığını olumsuz etkilemişti. Bilhassa bazı maçlarda, en uçta klasik bir santrforun olduğu direkt bir oyun sonuç almaya daha yakın olabilecekken, Avcı oyuncularından ana planın ilkelerine tam sadakat beklemişti ve oyuncular da buna riayet etmişlerdi. Ama oyun üzerinde sağladıkları kontrolü üretkenlikle birleştiremeyince sezon sonunda sadece 49 gol atabilen Başakşehir, sekiz puan arkasındaki Galatasaray’a şampiyonluğu kaptırmıştı.
Avcı ertesi sezon aynı ideallerini Beşiktaş’a da taşımayı denemiş, fakat bunu yapamayacağını anlayınca bir süre sonra kendi deyimiyle “oyuncuların istedikleri oyuna" yönelmiş, ardından kısa süreli iyi sonuçlar yerini yeniden seri mağlubiyetlere bırakınca, siyah-beyazlılardaki macerası büyük bir hüsranla sona ermişti.
Trabzonspor’da ise bir geçiş dönemi olarak adlandırabileceğimiz geçen sezonun ardından bu sezon tıpkı Başakşehir’deki gibi çoğunlukla tecrübeli oyunculardan oluşan hedefe yönelik bir takım kuruldu. Dolayısıyla Avcı’nın son Başakşehir’i gibi topa sahip olan, oyunu tamamen kontrol eden ve rakibe çok az fırsat veren bir Trabzonspor beklenebilirdi. Ama öyle olmadı.
Topa sahip olma konusunda yine klasik bir Abdullah Avcı takımıyla karşı karşıyayız, evet. Bordo-mavililer, geride kalan on bir maçta Fatih Karagümrük’ün ardından Süper Lig’de en fazla topla oynayan ikinci takım konumunda (%57,5). Ancak oyunu kontrol etmek ve rakibe az fırsat vermek konusunda Avcı’nın bugüne kadar çalıştırdığı tüm takımlar içinde açık ara en az takıntılı takım bu olabilir. Nitekim on bir maçta ligde kalesine en fazla şut çekilen takım Trabzonspor (maç başına 16,1). Uğurcan Çakır ise dün akşam karşılaştıkları ligin son sırasındaki Rizespor’un kalecisi Gökhan Akkan’dan sonra ligde en fazla kurtarış yapan ikinci kaleci (maç başına 3,5).
Marcelo Bielsa, gol atamayan bir takımın sorunu hücumcularında değil savunmacılarında araması gerektiğini söyler. Aynı şekilde rakibe çok fazla gol fırsatı veren bir takımın da sorunu savunmacılarında değil hücumcularında - ya da hücum şeklinde araması gerekir.
Trabzonspor’un son şampiyon Beşiktaş ile birlikte ligin en kaliteli hücum hattına sahip olduğu rahatlıkla söylenebilir. Nitekim ligdeki on bir maçın büyük bir oyun üstünlüğü olmadan, yenilgisiz bir şekilde, sadece üç beraberlikle geçilmesinde de bilhassa Anastasios Bakasetas ve Anthony Nwakaeme’nin payları yadsınamaz. Fakat bir de madalyonun öbür yüzü var. Öyle ki, top kendisindeyken çok şey vadeden bu kaliteli hücum hattı, top rakibe geçtiğindeyse aynı etkiyi yaratamıyor. Aynı şekilde Berat Özdemir, Marek Hamsik, Abdülkadir Ömür ve Bakasetas gibi hücuma dönük ve teknik kapasitesi üst düzey oyunculardan oluşan orta alan da bu anlarda savunmaya çok yardımcı olamıyor. Bu da rakibe çok fazla kontra imkânı verilmesi anlamına geliyor.
AAElbette iyi savunma yapabilmek için illâ çok sayıda savunma karakterli oyuncuyla oynamak zorunda değilsiniz. Bir takım çok sayıda hücumcuyla da iyi savunma yapabilir. Nitekim, Avcı'nın Başakşehir'deki son sezonunda ağırlıklı olarak savunma önünde Emre Belözoğlu, sağ ve sol içte de Marcio Mossoro ve İrfan Can Kahveci vardı. 10 numara karakterli üç oyuncudan oluşan orta alanla da kalesinde toplam 21 gol görerek, maç başına 0.64 golle o sezon ligin uzak ara en az gol yiyen takımı olmuşlardı. Ama o takımın saha parselizasyonu (Avcı'dan en sık duyduğumuz kavramlardan biridir), bu takımla kıyaslanamayacak kadar iyiydi.
Öte yandan Avcı’nın da eskiye göre daha az kontrolcü ve daha fazla risk alabilen bir anlayışa kaydığı bariz. Dün akşam beraberlikle girilen devre arasının ardından ikinci yarıya Berat’ın yerine Nwakaeme’yi alıp, Abdülkadir Ömür’ü merkeze çekerek başlayan Avcı, 65’teyse gözünü biraz daha karartıp, orta sahadaki tek savaşçı oyuncu Manolis Siopis’in yerine bir diğer hücum silahı Bakasetas’ı aldı ve orta alanı Hamsik, Ömür ve Bakasetas’tan oluşturdu (maçı da bu orta üçlüyle bitirdi).
Bu değişikliğin hemen ardından Rizespor iki net kontratak fırsatı yakalayıp değerlendiremedi. Ardından bir köşe vuruşunda kaleci Gökhan’ın hatasını Nwakaeme gole dönüştürünce, Trabzonspor bir kez daha ortada kendi lehine bir oyun üstünlüğü yokken skor üstünlüğünü yakalayıp maçı kazandı. Başka bir deyişle, Avcı bir kez daha “ya hep ya hiç” dedi ve yine kazandı.
Böylece puanını 27’ye yükselten Trabzonspor, ilk 11 maçlar itibarıyla 29 puan topladığı 1995-96 sezonunun ardından en yüksek puana sahip olduğu sezona ulaştı. Maçın ardından ise Avcı bir kez daha geriden gelip kazanmalarına vurgu yaptı: “Bu ligde geriye düşüp maçı çevirmek çok kolay değil. Bu sezon bunu üçüncü kez başardık. Bu akşam maça bir senaryoyla başladık, geriye düşünce formasyonu değiştirdik, herhalde kenarda yedi-sekiz tane kağıt harcamışızdır, eğer golü bulamasaydık başka bir formasyona daha dönecektim.”
AAAklın duygulara üstün geldiği, en iyi B planının iyileştirilmiş A planı olduğu, kontrolün ve dengenin asla kaybedilmediği bir futbol anlayışı, Avcı’ya bugüne dek somut bir şey kazandıramadı. Belki biraz da bu yüzden Trabzonspor'da farklı bir yola girmiş olabilir. Yeni Avcı, hedefine ulaşmak için eskisine göre çok daha cüretkâr.
Ama yine de eskinin izlerini silmesi o kadar kolay olmayacak gibi görünüyor. Nitekim dün akşam Feyyaz Uçar, maçın ardından Trabzonspor taraftarının Avcı’nın pas oyununu çok sevemeyeceğini, bunun yerine maçlarda çok sayıda gol pozisyonunun olmasını ve hop oturup hop kalkmayı isteyeceklerini söyledi.
Bu yorum, şayet Avcı’nın üç sezon önceki Başakşehir’i için yapılmış olsaydı doğru olabilirdi. Ama şu an Süper Lig’de maçları Trabzonspor’dan daha heyecanlı geçen başka bir takım yok gibi. Bu da Avcı’nın söylemleri ve takımının sahadaki eylemleri arasındaki uyumsuzlukla doğrudan ilintili.
Avcı her ne kadar söylemlerinde akla, organizasyona ve sabıra vurgu yapmaya devam etse de, takımının sahadaki eylemleri duyguların, bireysel kalitenin ve sabırsızca alınan risklerin altını çiziyor. Bu uyumsuzluktan şu ana kadar kazançlı çıkan ise Trabzonspor oldu. Bakalım bundan sonra neler olacak?



