Barcelona Futbol Kulübü, kendine zarar vermeye meyilli bir kulüptür. Javier Mascherano, bunu kulüpte geçirdiği üçüncü yılda, 2013'te şu sözlerle anlattı: "Barcelona'da kendini yok etme eğilimi var. Her zaman bir 'ama' oluyor."
Arjantinli yıldıza karşı çıkmak zor. 2008-09 sezonundan itibaren kazanılmadık kupa bırakmayan Katalan devi, 2012-13 sezonunda Devler Ligi yarı finalinde Bayern'e farklı kaybedince kulüp yangın yerine döndü. Takımın, Lionel Messi'ye rağmen, bir daha asla o seviyeye yükselemeyeceğini söyleyenlerin sayısı hiç de az değildi. Bunun boş bir histeri olduğunu, Messi 2015 yılında La Liga, Şampiyonlar Ligi ve Copa del Rey kupalarını elinde yükseltirken gördük fakat Barça bu, aynı kendine zarar mod 2016'da yeniden başladı.
Pep Guardiola 2008 yılında Barcelona'nın başına geçtiğinde de aynı şey söz konusuydu. Frank Rijkaard ile 2004-05 ve 2005-06 sezonlarında önemli başarılar elde eden ve 2006'da Şampiyonlar Ligi'ni kazanan takım, sonraki iki sezonda Real Madrid'e teslim oldu. Hatta öyle bir teslim oldu ki, 2007-08 sezonunun ikinci yarısında oynanan El Clasico'ya Real Madrid, şampiyonluğu garantilemiş bir şekilde çıkınca, Barça oyuncuları Bernabeu'da koridor oluşturup ezeli rakiplerini alkışlamak zorunda kaldılar.
Getty ImagesDominant Barça'yı yaratan adam
Yani, hayır. Guardiola, Barcelona'ya geldiğinde her şeyin yolunda gittiği, müthiş yeteneklerin muazzam bir ahenk içinde sahada yer aldıkları bir takımı devralmadı. O müthiş ahengi bizzat kendisi yarattı. Kulüpteki ilk zamanlarında da büyük bir muhalefetle karşı karşıya kaldı.
Joan Laporta, Johan Cruyff'un tavsiyesiyle göreve Guardiola'yı getirdiğinde buna sıcak bakan Barça taraftarlarının sayısı yok denecek kadar azdı. Öyle ya, Barcelona B takımını çalıştırmış gencecik birinin A takımda ne işi vardı?
Guardiola takıma gelir gelmez, Ronaldinho ve Deco gibi iki sembol isimle yollarını ayırdı. Samuel Eto'o'yu da takımdan göndermeye hazırlanırken, ondan bir yıl daha faydalanmaya karar verdi. Soyunma odasının patronu olduğunu daha ilk günlerden belli etmeyi amaçlıyordu. Bu hamleler medya tarafından çok da sıcak karşılanan hamleler olmadılar.
Sezona 1-0'lık Numancia yenilgisi ile başladıktan sonra Camp Nou'da Racing Santander'le 1-1 berabere kalmak, Pep'e pek yardımcı olmadı. Racing maçının ardından tribünde, La Liga'da klasikleşen haliyle, beyaz protesto mendillerini sallayanlar oldu. Onlara göre, çok tecrübesiz biri takımın başına geçmişti.
Sonrası herkesin malumu. Barça, 2008-09 sezonunda katıldığı tüm resmi turnuvalarda şampiyonluğa ulaştı. Guardiola, takımdaki dört sezonunda üç lig şampiyonluğu yaşadı, iki defa Devler Ligi zaferi tattı. Takım bu zaferleri tadarken, akıllara durgunluk verecek kalitede futbol oynadı. Dünyanın her stadında, Bernabeu'da bile rakibini domine etti. Kaybettiği maçlar oldu ama bu maçların hiçbirini kaybedecek gibi oynamadı.
Kulübe tarihinin en dominant dönemini geçirten teknik adamın ayrılmasına neden olan da, yine Barça'nın kendine zarar verme eğilimiydi. Şimdilerde hapiste olan Sandro Rosell ve ekibi bunun baş sorumlusu.
"Xavi ve Iniesta ile herkes şampiyon olur" korosu bu dönemde başladı. Pep gelmeden önce La Liga'yı üçüncü bitirebilen, şampiyon Real Madrid'i ayakta alkışlamak zorunda kalan Xavi ve Iniesta. Muhtemelen tarihin en iyi futbolcusu olan Lionel Messi, çok yetenekli bir kanat hücumcusu olmaktan bir adım öteye gidemeyecekti belki ama Guardiola, onu 2 Mayıs 2009'da Real Madrid deplasmanında 'sahte 9' rolünde oynattığından bu yana futbol rekorlarını altüst ediyor.
O koronun sesi, Guardiola 2013'te Bayern Münih'i tercih ettiğinde daha da gür çıkmaya başladı. 'Sahtekar' Pep'in foyası ortaya çıkmıştı. Dünyanın en çekişmeli ve zor ligi olarak lanse edilen Premier Lig'e gitmekten korkuyordu. Zaten büyük bir dominasyona sahip olan Bayern'i "babam bile" çalıştırırdı. Kariyeri kupalarla dolu olan Carlo Ancelotti bu insanların babaları kadar olamadı ve kovuldu.
Katalan teknik adam, Bayern'de geçirdiği dönemde taktik anlayışını daha da ileriye taşıdı. Philipp Lahm'ı bir orta saha oyuncusu haline getirdi. Takımın beklerini, kanada hapsolmuş oyuncular yapmak yerine merkeze doğru taşıdı. Şampiyonlar Ligi'ni kazanamadığı için başarısız olarak addedilse de, Bayern'e, özellikle Avrupa maçlarında, bugün hâlâ aradığı bir futbol dominasyonu kazandırdı. Pep'in Bayern'i, PSG deplasmanında sahadan silinmezdi.
GettyBahaneler, bahaneler, bahaneler...
Sonrası Premier Lig. İlk yılda, teknik adamlık kariyerinde ilk defa, kupasız tamamlanan bir sezon. Pep'ten nefret etmeye bayılanlar için altın bir fırsat. İşte Premier Lig bu idi ve Pep, diğer liglerdeki rahatlığı burada bulamayacaktı.
City ile geçen sezonda, henüz ikinci devreye bile girmeden ortaya konan futbol dominasyonu, Premier Lig'in zorluğu bahanesini ortadan kaldırdı. Artık başka bahanelere ihtiyaç vardı. Bulundu da. "O kadar parayı ben harcasam, ben de lider olurum" isimli yeni bahane, kalitesi düşük futbol sohbet masalarının gözbebeği haline gelmiş durumda.
Jose Mourinho'nun Manchester United ile yaptığı transfer harcaması ile Pep Guardiola'nın Manchester City'de yaptığı transfer harcaması arasında yaklaşık 45 milyon poundluk bir fark var. Yani bir Bernardo Silva fiyatı. City ilk 11'inde pek şans bulamayan, zaman zaman maçların sonunda oyuna dahil olan Bernardo Silva. City ile United arasındaki 11 puanlık farkı, Guardiola'nın yaptığı bu ekstra harcama açıklamıyor olsa gerek.
İkinci sezonların, kamuoyunda genel kabul gören haliyle, Mourinho'ya ait olması gerekiyordu. Portekizli, gittiği her takımda ikinci sezonunda büyük bir sıçrayış gerçekleştirmiş ve kupaları bir bir yutmuştu. Bu ezber, bu sezon acı bir şekilde bozuldu.
City, United'dan çok daha önde
Pazar günü Old Trafford'da oynanan maçın ilk yarısında, karşılaşma henüz 0-0'ken, United taraftarının "atak, atak, atak!" diye bağırmaya başlaması, iki ekip arasındaki futbol uçurumunu anlatmaya yetiyor. City maçı iki duran top golüyle 2-1 kazandı ama maçın hiçbir dakikasında kaybedecek gibi durmadı. Guardiola takımlarının alametifarikası da bu zaten. Atmosfer fark etmeksizin, istisnası söz konusu olmadan, dünyanın her stadında oyunu domine edebilen takımları sadece Pep Guardiola çalıştırıyor.
Old Trafford'daki müsabakayı izlerken, futbolun bugünü ve geleceğinin, futbolun dünü ve bayatlığıyla kedinin fareyle oynar gibi oynamasına tanıklık ettik. Rakip Manchester United değil de, Huddersfield Town'dı sanki. Hatta Huddersfield'a haksızlık etmemek lazım, kasım ayının sonunda City'ye 2-1 kaybettikleri maçta 1-0 öne geçmişler ve ikinci yarıda en azından bir puan almaya çok yaklaşmışlardı. United, Ederson'un çift kurtarışı dışında, maçın hiçbir anında puan alabilecek havay veremedi.
Halbuki vermesi gerekirdi. Manchester City, John Stones'dan yoksundu. Vincent Kompany sakatlanmıştı. Fabian Delph, bu sezon ilk kez, bir orta saha oyuncusu olmasına rağmen sol bekte harika bir maç çıkaramadı ve rakibe gol hediye etti. City geri dörtlüsü, yıpratılmaya açık bir dörtlüydü. United'ın hızlı hücum elemanları rakibi hatalara zorlayabliirdi. Ev sahibinin oyunu kendi ceza sahası çevresinde değil, daha önde kabul etmesi gerekiyordu.
Her zaman pragmatist olduğu iddia edilen Mourinho öyle yapmadı. Pragmatiklik, bu maçta City'nin zayıflıklarına saldırmayı gerektirirdi. Mourinho, dogmalarına saplanmayı tercih etti. Çünkü ona göre, "topu ayağında daha çok tutmaya çalışan takım hata yapmaya daha müsait olur" idi. Bu anlayış, Guardiola'nın çalıştırdığı takımları hâlâ anlamadığını gösteriyor.
Getty ImagesRekabet mi? Ne rekabeti?
Xavi, Iniesta ve Messi olmadan bir hiç olduğu iddia edilen Pep Guardiola, David Silva, Kevin De Bruyne ve Fernandinho orta üçlüsünden, hiçbir teknik adamın alamayacağı düzeyde bir verimi almayı başarıyor. City'nin futbolunu izlerken, bu üç oyuncunun saha içerisinde sabit bir pozisyona sahip olmadıklarını görüyorsunuz. Pep'in gelişen taktik anlayışının bir tezahürü. Sahadaki 10 oyuncunun orta saha oyuncularından oluşması hayaline en yakın şey bu. Keza Sterling, Sane ve Jesus'un da fiks bir pozisyonu yok. Herkes yer değiştiriyor. Herkes, topla ve topsuz, her alanı parselliyor.
Mourinho'nun takımı ise potansiyelinin çok altında. Inter'i çalıştırdığı dönemde Barcelona'yla oynadıkları yarı final serisinde Eto'o, Sneijder ve Milito gibi hücumculara aşıladığı savunma disiplini, Portekizli teknik adamın Guardiola'nın antitezi olduğu yorumlarına yol açmıştı. Guardiola bu cevaba karşılık olarak birkaç yeni soru daha ekledi. Mourinho'nun iki yıldır bunlara cevap verebilmişliği yok ve gün geçtikçe daha da fikirsiz görünüyor.
İki taraf arasında bir rekabetten bahsedebilmek için, sonuçların daha dengeli olmasını beklersiniz. Mourinho ve Guardiola, teknik adam olarak 20 defa karşı karşıya geldiler. Pep'in 9 galibiyetine karşılık Mourinho'nun 4 zaferi var ve bu zaferlerden sadece biri lig maçında geldi (2012, Barcelona 1-2 Real Madrid).
Bahanelerin adamı Mourinho, maçın ardından yenilgiye gerekçe olarak hakemleri ve Manchester City'nin şansını öne sürdü. Guardiola, Barcelona ile Real Madrid, 2010-11 sezonu Şampiyonlar Ligi yarı finalinde karşılaşmadan önce çıktığı o unutulmaz basın toplantısında "Bu basın odasının patronu Mourinho, ben onunla bu konuda yarışamam" demişti. Mourinho'nun da saha içerisinde Guardiola ile yarışamayacağını itiraf etmesinde fayda var. Ezberleri ve bayatlamış gerekçeleriyle, Mourinho, Pep'in yanında ikinci sınıf bir antrenör gibi kalıyor.
GettyHâlâ mı 'babam bile çalıştırır'?
Manchester City, bir takımın tek başına alıp gitmesinin imkansız olduğu iddia edilen Premier Lig'de bir sezon içinde 14 maç üst üste kazandı ve Premier Lig rekorunu kırdı. Arsenal'in 'Yenilmezler'inin namağlup şampiyon olma rekorunu tekrarlayabilirler mi, bilinmez ama bu noktada City'nin aleyhine bahis yapmak zor. Tüm oyuncularıyla kapanan bir Mourinho takımına karşı bile kilidi açmayı başaran bir takım söz konusu.
Bu takımın mimarı Pep Guardiola. 2008'den bu yana futbolda büyük değişimlere yol açmış, sunduğu tezler ve ona karşı sunulan antitezlerle birlikte 'teknik adamlar çağı'nı kapımızın önüne sermiş, futbolun dahi adamı. Muhtemelen, çok uzak olmayan bir gelecekte, tarihin en iyi teknik direktörü olarak anılacak.
Babanızın da Pepe kadar başarılı olacağını düşünüyorsanız, ona TV başında vakit kaybetmemesini ve antrenörlük lisansı almasını söyleyin.




