Cagdas Atan Erol Bulut GFXDepo Photos

YORUM | Menotti - Bilardo gerilimi Kadıköy'de yeniden hortladı


YORUM | Onur Özgen @ozgenonur


Birkaç ay önce, yakın zamanda Paris Saint-Germain'in başına geçen Mauricio Pochettino'nun uzun bir röportajını okumuştum. Röportajın bir bölümünde Premier Lig'deki dış yatırımların fazlalığına vurgu yapan Pochettino'ya gazeteci şu soruyu sormuştu: "Peki Southampton'dan beri İngiliz oyuncuları daha çok kullanarak Premier Lig'deki bu küreselleşme furyasına karşı çıkmış olmadınız mı?"

Pochettino ise bu soruya Ocak 2013’te Southampton'a imza atmadan önce kulüp başkanıyla arasında geçen konuşmayı anlatarak cevap vermişti: "Bu kolay olmamıştı. Çünkü başkanın bana söylediği ilk şeylerden biri, beni Southampton’ın Rüya Takım gibi oynamasını istediği için takımın başına getirdiğiydi. Bize o dönemki Barcelona'nın bir videosunu göstermiş ve 'İşte benim felsefem bu! Bunu uygulamanı istiyorum!' demişti."

Başkanın bu isteği karşısında ne düşündüğü sorulduğunda ise, "Messi, Xavi ve Iniesta'yı getirmenin gerektiğini düşünmüştüm," diyen Arjantinli antrenör, yine de çoğunluğu İngiliz oyunculardan oluşan bir takımla farklı bir futbol oynamayı başardıklarını, İngilizlerin de geriden oyun kurabildiklerini gösterdiklerini söylemiş ve şu itirafta bulunmuştu: "Bugün artık her yerde baskın olan ve dünya futbolunu istilâ eden şey, pozisyon oyununun kudretidir. Artık eskiden olduğu gibi bir Menotti - Bilardo tartışması yok.”

Mauricio Pochettino Pep GuardiolaGetty Images

Pochettino kesinlikle haklı. Başta Pep Guardiola olmak üzere, kafayı topa sahip olmaya takmış bir grup antrenörün günümüz futbolunun üzerindeki etkisi gerçekten çok fazla. Özenilen, sahip olmak istenilen, arzu edilen ve kopyalanıp çoğaltılmaya çalışan oyun onların oyunu. 

Buna karşın her geçen gün biraz daha küçümsenen, burun kıvırılan ve yok sayılan başka bir oyun daha var: Kontratak futbolu. Şimdilerde kendisine “geçiş oyunu” gibi daha havalı bir isim takılsa ve Vicente Del Bosque’nin itiraf ettiği gibi bu tâbiri kullanmayanlar dışlansalar da, aslında bu durum futbolda kontratak tanımından duyulan utancın bir kanıtı gibi. Kontratak öldü, yaşasın geçiş oyunu! Hâlbuki ikisi de aynı anlama geliyor: Geride sıkı dur, topu kazan ve rakibin verdiği alanlara onlardan önce ulaş! 

Bu küçümsenen oyunun günümüzdeki en büyük temsilcilerinden biri olan Massimiliano Allegri ise birkaç yıl önce verdiği bir röportajda, Afrikalı oyuncuların futbolu biraz daha fiziksel tarafa kaydırdığını ve bu yüzden kontratak futbolunun büyük bir geri dönüşünü gözlemlediğini söylemişti: “Yirmi yıldır Guardiola’yı takip ettik ve bu bir yanılgıydı. Oysa Guardiola bir istisnaydı, onun futbolu herkese göre değildi. Yaptıkları onlara özel bir şeydi; ama biz herkese yaymaya çalıştık.”

Dün akşam ise Kadıköy’de iki zıt kutuplardaki antrenörün takımları karşılaştı: Hemen her röportajında Allegri’nin futbol anlayışını çok beğendiğini söyleyen Erol Bulut’un Fenerbahçe’si, kendisine ilham veren antrenörlerden şu ana dek bahsetmese de topa sahip olma tutkusundan rahatlıkla bir Guardiola hayranı olduğunu anlayabileceğimiz Çağdaş Atan’ın Alanyaspor’una karşı. Aynı zamanda Akdeniz ekibinde birbirlerinin halef-selefi olan bu iki genç antrenörün karşılaşması, hem maç boyunca hem de maç sonundaki açıklamalarla Pochettino’nun artık o kalmadığını söylediği Menotti - Bilardo gerilimini yeniden hortlattı.

Cesar Luis Menotti Carlos Bilardo GFXDepo Photos

Arjantin’e tarihindeki iki Dünya Kupası’nı kazandıran bu iki büyük antrenör, buna karşın bambaşka iki felsefeye sahiplerdi. 

Üzerinden trençkotu, ağzından sigarası eksilmeyen sol filozofiden Cesar Luis Menotti, güzel futbol odaklı bir idealisttir. Diego Armando Maradona'yı bir dünya şampiyonu yapan sağ filozofiden Carlos Bilardo ise estetik kaygıları olmayan, sadece kazanmaya odaklı gerçek bir pragmatisttir.

Bilardo’nun felsefesi çok açıktır. “Birinci olmayı severim,” der Bilardo, “Çünkü ikincilik başarısızlıktır. Bence kaybettiğinde kendini kötü hissetmek iyi bir şeydir. Futbol kazanmak için oynanır. Gösteriler ise tiyatro içindir.”

Aynı şekilde Menotti’nin felsefesi de sarihtir. “Futbol, binlerce insanın hayâllerinin ve hislerinin seçkin bir tercümanıdır,” der Menotti, “Bir maçı kaybedebilirsiniz, ama kaybetmemeniz gereken şey, güzel futbol oynayarak kazandığınız saygınlığınızdır.”

Bilardo bu felsefeyi bir tür zayıflık olarak görür. “Futbolda sağ kanat ve sol kanat vardır,” der Bilardo, “Sağ kanat, bizden hayatın mücadele demek olduğuna inanmamızı ister. Bu, fedakârlık gerektirir. Çelik gibi olmak ve herhangi bir yöntemle kazanmak zorundasınızdır.”

Bulut ve Atan’ın karşılaşmasında ise kimin hangi geleneğin bir temsilcisi olduğunu söylemeye herhâlde lüzum yok. Ama dün akşam bu gerilimin kazanan tarafında Bilardo’nun geleneği vardı. Karşı taraf ise biraz kızgındı. Topa çok daha fazla sahip oldukları için onların kazanması gerektiğini, en azından kaybetmeyi hak etmediklerini söylüyordu. Kuşkusuz bu biraz naif bir bakış açısıydı. Hâlbuki dün akşam itibarıyla bu sezon %70’ten fazla topla oynadığı dördüncü maçını da kazanamayan bir takımın antrenörü olarak Atan, topa sahip olmanın kazanmak için bir teminat anlamına gelmediğini anlamış olmalıydı. Hele ki hemen hemen kimsenin topla bir ilgisinin olmadığı Süper Lig'de!

Yine de Atan’ın kendisi ve takımı adına memnun olması gereken bir şey de var: O da şu ki, artık Süper Lig’deki her rakipleri onlara bir büyük takımmış gibi davranıyor. Hatta bu durum, İstanbul’a geldiklerinde dahi değişmiyor. Ve bunu, oynadıkları futbolun kalitesiyle kendileri yarattılar. 

Kötü haber ise şu; her büyük takımın baş etmek zorunda olduğu derin savunmalar ve rakiplerin kontratakları artık onların da bir sorunu. Fakat bu sorundan yakınmak faydasız, çözümleri üzerine odaklanılmalı. Alanyaspor’un aşırı top hâkimiyetine karşı rakiplerinin bir reaksiyon göstermesi kaçınılmazdı. Şu an olan da bu. Artık Atan’ın önünde iki seçenek var: Ya mevcut oyunlarını daha iyi bir hâle getirmenin yollarını arayacak ya da başka bir oyun bulacak.

Fakat belli ki Atan, birkaç kötü sonucun ardından planını değiştirenlerden değil, bunun yerine A planını iyileştirmeye çalışanlardan biri. Öyle olmasaydı, dün akşam yüksek toplarda çok etkisiz bir savunma merkezine ve yan toplarda güven vermeyen bir kaleciye sahip olan rakibini ısrarla merkezden delmeyi denemek yerine klasik 4-4-2’ye dönüp ortalarla şanslar yaratmaya ancak 80. dakikadan sonra çalışmaz, bunu çok daha önceden yapardı.

Kazanan tarafa gelirsek… Opta'nın detaylı analize başladığı 2014-15’ten bu yana topa en az sahip olduğu (%28.6) ve en az isabetli pas yaptığı (164) Süper Lig maçını dün akşam oynayan Fenerbahçe, muhtemelen tarihinin en pragmatist dönemini geçiriyor. Ne Carlos Alberto Parreira ne de Aykut Kocaman. Erol Bulut şimdiden ikisini de geçti. Bu tarzın ise tek bir şartı var: Kazanmak. Kazandığı müddetçe övülür, kazanamadığı takdirde yerden yere vurulur.

Bulut ve takımı, dün akşam bu sert sınavdan kazanarak çıkmayı başardı ve övgüleri topladı. Ama tarihi ve gelenekleri itibarıyla bir büyük takımın iç sahada topla bu kadar az oynaması her zaman olabilecek bir şey değil. Olması gereken bir şey mi? O da değil. Dün akşam bir istisnaydı. Zaten öyle de olmalı.

Reklam

ENJOYED THIS STORY?

Add GOAL.com as a preferred source on Google to see more of our reporting

0