Serdar Aziz Vincent Aboubakar Besiktas Fenerbahce 03/22/21Depo Photos

YORUM | Kimse kazanamadı, ama kimin daha iyi olduğunu herkes gördü


YORUM | Onur Özgen @ozgenonur


“Beşiktaş maça en çok kullandığı savunma dörtlüsüyle (13. kez), en çok kullandığı ikinci orta üçlüsüyle (6. kez) ve en çok kullandığı hücum üçlüsüyle (15. kez) çıkıyor. Fenerbahçe ise maça en çok kullandığı savunma dörtlüsüyle (7. kez), ilk kez denediği bir merkez üçlüsüyle (14. farklı üçlü) ve daha önce sadece bir kez kullandığı hücum üçlüsüyle (denediği 12. kombinasyon) maça çıkıyor.”

Maç öncesinde Opta Türkiye şefi Barış Gerçeker’in Twitter’da paylaştığı bu veri, belki de iki takım arasındaki farkı en iyi anlatan şeydi. Kâğıt üzerinde Beşiktaş’ın Fenerbahçe’den bir maç eksiği bulunuyordu. Ama hayır. Aslında Beşiktaş’ın sahadaki on biri, Fenerbahçe’nin on birine göre birlikte çok daha fazla sayıda maça çıkmıştı.

Sezon başındaki transferlerin geç geldiği dönemi saymazsak, Sergen Yalçın uzun zamandır ilk dokuzunu belirlemiş durumda. Herhangi bir sakatlık yaşanmadığı ya da cezalı biri olmadığı takdirde Beşiktaş’ın dokuz oyuncusu belli. Yalnızca sol bekte Rıdvan Yılmaz ve Fabrice N’Sakala arasında bir rotasyon söz konusu. Ve merkez orta sahada Josef de Souza ile Atiba Hutchinson’ın ekürisi bir türlü bulunamadı.

Fenerbahçe’de ise Erol Bulut’un en büyük handikapı - sezon başında en büyük avantajı olarak görülen - elindeki geniş kadro. Ya da başka bir deyişle, kulübün hem sezon başında hem de devre arasında giriştiği ve sonunda yirmi iki yeni oyuncuyu takım kadrosuna dâhil ettiği akılalmaz transfer operasyonu. Fenerbahçe bu yüzden belki de şampiyonluk yarışındaki kaderini belirleyecek maça ilk kez denediği bir merkez orta saha üçlüsüyle ve daha önce yalnızca bir kez kullandığı bir hücum üçlüsüyle çıktı.

Besiktas Fenerbahce Tacticssharemytactics.com

Elbette bu da bazılarınca bir antrenör başarısızlığı olarak görülebilir. Geniş bir kadronun, hele ki yirmi bir takımlı süper saçma pandemi döneminin sıkışık fikstürü içinde daha da büyük bir avantaj olduğu düşünülebilir. Ancak bu yalnızca çoğunluğu uzun süredir bir arada oynayan oyunculardan oluşan bir takım için geçerli olabilir. Birbirlerini iyi tanıyan ve önceden süre gelen alışkanlıkları bulunan bir oyuncu topluluğunuz yoksa, kadronun neredeyse tamamı yeni oyunculardan oluşuyorsa, geniş kadronun avantajlı bir şey olduğu söylenemez.

Benzer sorun Galatasaray için de geçerli. Devre arasında Fenerbahçe ile girdikleri transfer rekabetinin ardından getirilen dört yeni oyuncu, bir anda takımın eskiden sahip olduğu tüm iyi alışkanlıklarından kopmasına neden oldu ve takım kendisini bir tür kimlik belirsizliğinin içinde buldu. Beşiktaş’ı şampiyonluktaki iki rakibinden ayıran temel şey de bu: Süreklilik. Bu sayede siyah-beyazlılar, haftalar ilerledikçe daha düzenli bir takım hâlini alırken, buna karşın Galatasaray ve Fenerbahçe ise daha kaotik takımlara dönüştüler.

Aslında Beşiktaş dün akşam kendi standartlarının altındaydı. Hatta ilk yarıda planı daha çok işleyen tarafın Fenerbahçe olduğunu söylemek de mümkün.

Yüzde 29 ve yüzde 38. Bunlar bu sezon Fenerbahçe’nin kendi planını rakibine tamamen kabul ettirip kazandığı iki maçtaki topla oynama oranları: İçerideki Alanyaspor ve dışarıdaki Konyaspor maçları. Buradan da anlaşılacağı gibi Fenerbahçe bir kontratak takımı. Topun daha fazla rakip takımda kaldığı maçlarda kendilerini daha iyi hissediyorlar, çünkü daha çok alan bulabiliyorlar. Bu büyük takımlarda sık görülen bir şey mi? Kesinlikle değil. Ama Fenerbahçe’nin bu sezonki gerçekliği bu. Dahası, Bulut’un en iyi bildiği oyun tarzı da bu.

Dün akşamki maçın ilk yarısında da Bulut’un istediği gibi bir manzara vardı: Topla daha fazla oynayan Beşiktaş'tı, ama bunu pozisyona dönüştüremiyorlardı. Fenerbahçe önde pres uygulamıyordu, çünkü bunun için ağır savunma hattını da öne çekmesi gerekirdi ve bu Beşiktaş’a alan vermelerine neden olabilirdi. Fakat çok fazla geriye de yaslanmıyorlardı, çünkü Beşiktaş rakip yarı sahaya yerleştiğinde ligin en üretken takımlarından biriydi, bu aynı zamanda onların tehlikeli alanlarda topla oynamalarına yol açabilirdi. Bu yüzden en akla yatkın çözüm, Beşiktaş’ı orta blok presiyle karşılamak ve siyah-beyazlıları Fenerbahçe için güvenli olan alanlarda topla oynamaya zorlamaktı. Ki bu, Bulut’un önceki takımlarında da en çok tatbik ettiği ve başarılı olduğu bir oyun planıydı.

Erol Bulut Fenerbahce Coach vs. Besiktas 03/21/21AA

Buna karşın önceki maçlarına göre Beşiktaş’ın da hem presinin konumu daha gerideydi hem de yoğunluğu daha düşük seviyedeydi (Kuşkusuz bunda Galatasaray'ın önceki gün aldığı beklenmedik yenilginin de payı vardı). Bu yüzden iki takım için de üretkenlik anlamında bir hayli kısır bir ilk yarı oldu. Ne Beşiktaş hatlar arasında çok fazla topla buluşabildi ne de Fenerbahçe kaptığı topların ardından etkili kontrataklar yapabildi.

İkinci yarıda ise maçın kilidini Enner Valencia’nın Valentin Rosier’e yaptığı gereksiz bir faulün ardından gelen bir duran top golü açtı. Elbette Rachid Ghezzal’in topu kime çarpsa gol olacak bir noktaya göndermesi ve Fenerbahçe maçlarında gol atmayı çok seven Domagoj Vida’nın birçok duran topta olduğu gibi doğru zamanda doğru yerde olmasıyla.

Devamında iki takım arasındaki siklet farkının en net olarak göründüğü sekanslar başladı. Bu sekansların başrolünde ise Vincent Aboubakar vardı. Golden dört dakika sonra gelişen atağın hem başlangıcı hem de sonu ona aitti ve bu çok etkileyiciydi.

Beşiktaş’ın kendi yarı sahasında Atiba’nın Luiz Gustavo üzerinden topu aşırttığı bir pozisyonda Kamerunlu santrfor sıklıkla yaptığı gibi derine geldi. Önce Attila Szalai de onunla birlikte gelmeye yeltense de sağ kanattan Ghezzal’in topsuz koşusunu görünce yerini kaybetmek istemedi ve Aboubakar bomboş bir şekilde orta çizgide topla buluştu. Ardından topu merkeze doğru sürdü ve ne yapabileceğine baktı. Szalai’nin sol kanattan içe kat eden Cyle Larin ile meşgul olduğunu, Ghezzal'in ise hücumda kalıp geriye dönmekte zorlanan Caner Erkin sayesinde sağ iç koridorda müsait durumda olduğunu gördü ve sol ayağıyla ona doğru bir uzun pas yolladı. Ghezzal ceza sahasının sağ çaprazında geriden gelen Adem Ljajic’e kafasıyla bir tek pas verdi. Ljajic topu biraz dürttü, şut açısı aradı, bulamadı ve atağı başlatan Aboubakar’ın ceza yayı üzerine doğru geldiğini gördü. Hemen pasını verdi, Aboubakar gelişine tam köşeye doğru harika bir şut çıkardı, ama şutunu Altay Bayındır parmaklarının ucuyla kornere çeldi.

Sezonun ilk yarısındaki maçta rakibine iki defa mağlup olan Altay, bu defa ondan gol yememekte kararlı gibiydi. Maç içindeki biri karşı karşıya olmak üzere sonraki iki düellodan da kazanarak çıkan taraf oydu. Toplam altı kurtarış yapan genç kaleci, Süper Lig kariyerinde en fazla kurtarış yaptığı Beşiktaş maçını oynadı ve takımını son dakikaya kadar maçın içinde tutmayı başardı.

Vincent Aboubakar Altay Bayindir Besiktas Fenerbahce 03/21/21AA

Yine de iki takım arasındaki en büyük farklardan birinin santrfor kalitesi olduğu barizdi. Elbette bir santrforun yapması gereken ilk şey, bulduğu pozisyonları gole çevirmektir. Ve Aboubakar dün akşam bu anlamda istediği gibi bir maç çıkaramamış olabilir. Biri çok net olmak üzere girdiği dört gol pozisyonundan yararlanamadı. Ama son vuruşlar dışındaki hemen her şeyi kusursuza yakın yaptı. Topla sırtı dönük oynadığında Romelu Lukaku’dan bir farkı yine yoktu, arkasındaki rakibe topu görme şansı dahi tanımadı. Yüzünü kaleye döndüğünde de - Marcel Tisserand’ın başına geldiği gibi - karşısında kim olursa olsun çok zor durumlara düşürmeyi başardı.

Fenerbahçe’de ise Mbwana Samatta bir maçı daha neredeyse hiçbir santrfor işi yapamadan tamamladı. Bu onun Vodafone Park’a ikinci gelişiydi. İki buçuk yıl önceki ilk gelişinde buradan bir hayli güzel hatıralarla ayrılmış ve Genk’in 4-2 kazandığı Avrupa Ligi maçında iki gol bir asist yapmıştı. Tanzanyalı forvet, o maçta Beşiktaş’ı sık sık geniş alanlarda yakalamış ve bulduğu fırsatları affetmemişti. Fenerbahçe’de ise en uçta aynı geniş alanları bir türlü bulamıyor. Belki de Bulut’un onun aradıkları dokuz numara olmadığını kabul etmesi ve Sergen Yalçın’ın santrforda tıpkı Samatta gibi sıradan bir görüntü veren Larin’i sol kanatta ligin en skorer forvetlerinden birine dönüştürmesinden ilham alması gerekiyordur. Ve belki de elinde santrfora en benzeyen oyuncu Valencia'dır.

Tekrar maça gelir ve Fenerbahçe’nin üstünlüğü ele geçirdiği son 15 dakikalık dilimden söz edersek; üç şeyin altını çizmek gerekebilir. Birincisi; Bulut’un yaptığı değişikliklerden özellikle Ozan Tufan ve Jose Sosa’nın bu üstünlükte önemli pay sahibi olmaları. İkincisi; Fenerbahçe’nin akan oyunda Caner Erkin’in ortalarından başka bir etkili çözümü olmadığını bir kez daha kabul etmesi. Üçüncüsü; takımının hafta içinde 120 dakikalık bir kupa maçı oynamasına, daha zinde olan rakibinin beş oyuncu değişikliği hakkını kullanmasına ve her değişiklikte fizik olarak daha üstün bir seviyeye gelmesine rağmen Yalçın’ın 89. dakikaya sadece bir değişiklikle girmesi.

Maç içinde - henüz Fenerbahçe’nin golü gelmeden - bunun üzerine düşündüğümde ise aklıma tek bir şey geldi: Yalçın’ın meydan okuduğu. Sanırım yorgun olmalarına rağmen, rakibinin beş değişikliğine sadece tek bir değişiklikle cevap verip yine de kazanabileceklerini göstermek istedi. Aslında baskı yemesine rağmen, gole kadar Fenerbahçe’ye net bir gol pozisyonu da vermemişlerdi. Zaten Ozan’ın olağanüstü golü de net bir pozisyon değildi. Daha matematiksel bir ifadeyle, Opta’ nın gol beklentisi modeline göre o bölgeden bugüne kadar atılan her yüz şuttan yalnızca üçü gol olmuştu. Ozan da işte gole dönüşen o üç şuttan birini çıkardı. Biz de ona şapkamızı...

Beşiktaş dün akşam kazansaydı, ki karşısında normal bir kaleci olsaydı bunu çok rahat yapabilirdi, şampiyonluk yarışı fiilen sona ermiş olacaktı. Bu aynı zamanda Bulut’un Fenerbahçe’de çektiği acılara da bir son verebilirdi.

Elbette favori yine Beşiktaş. Ama yarış hâlâ sürüyor ve Bulut hâlâ görevinin başında. Altay ve Ozan sayesinde, bir müddet daha.

Reklam

ENJOYED THIS STORY?

Add GOAL.com as a preferred source on Google to see more of our reporting

0