Galatasaray, Kadıköy'e son 20 yılda her zaman stresli ve gergin bir şekilde gitti. Kadrolar değişti, hocalar değişti, hatta nesil değişti ama bu durum uzun süre aynı kaldı. Kadıköy, Florya'dan 'kabuslar evi' gibi gözüküyordu. Gerçi son dönemde stres yavaş yavaş Fenerbahçeli oyunculara yüklenmişti ama stadyumun yarattğı atmosfer hiç değişmemişti.
Son dönemde baskı Fenerbahçe'ye geçti, zira ortada çok uzun süren bir seri vardı. Ve bu seriye neden olanlar - her iki takımda da- güncel zamanın oyuncuları değildi. Galatasaray tarafı "Bir sene daha kazanamazsak bir şey olmaz'' olgunluğuyla sahaya çkarken, Fenerbahçeli oyuncular 'muhteşem seriye son veren 11' olarak tarihe geçmenin korkusunu yaşıyordu. Zaten bu serinin ilk çıkış noktası da 'kazanmak' üzerineydi. Fenerbahçe, kendi evinde 10 sezon üst üste kazandığında bu seri anlamlıydı. Sonrasında araya beraberlikler (hatta kazanılan bir şampiyonluk) girdi ve o eski büyü kayboldu. Serinin tam anlamıyla bozulacağına dair emareler kendini gösterdikçe de baskı Galatasaray'dan çok Fenerbahçe'ye geçti.
Fakat yine de, bir stadyumda uzun süre kazanamamak, kolay baş edilecek bir durum değil. Üstelik o stadyum, ezeli rakibinizin sahasıysa... Psikolojinin, tüm taktikler kadar önemli olduğu bu tip maçlarda böylesine detaylar büyük önem taşır. O nedenle Galatasaray için geçen sene kazanmak da, bu sene Kadıköy'e kazanarak gitmek de çok büyük özgüven kaynağı oluşturuyor.
Galatasaray uzun seneler sonra Kadıköy'e ilk defa 'son kazanan' olarak gidecek. Üstelik bunu başaran kadro da pek değişmedi. Yani anılar taze... Hatta Terim, adeta 'eski ekibi topluyoruz' havasıyla Kadıköy yolculuğu öncesinde, son iki senede o stadyumda iki gol atan Henry Onyekuru'yu takıma monte etti. Artılar bununla da bitmiyor. Pandemiden dolayı ilk defa Kadıköy'deki bir Fenerbahçe - Galatasaray derbisinde seyirci olmayacak.
AAGalatasaray için bundan daha iyi bir Kadıköy atmosferi olamazdı. Hatta belki de 2013 yılında şampiyonluğu garantiledikten sonra oynanan derbide bile zihinler bugünkü kadar berrak değildi. O gün 2-1 kaybedilen maçın bitimindeki sevinç gösterilerinden anlamıştık ki Galatasaray şampiyon bile olsa Kadıköy'de o stresi ve psikolojiyi sırtında taşıyacaktı.
Bu sezon bambaşka bir öykü var. Galatasaray'ın hem seri bozmak gibi bir derdi olmayacak, hem de puan kazanmanın elzem olduğu haftalardan (son yılların en erken derbi haftaları/3.hafta) uzak bir zamanda Kadıköy'de olacak. Yani kaybetmek her iki anlamda da çok büyük kayıplar yaşatmayacak.
Günün şartları da Galatasaray'ı üzecek gibi durmuyor. Fenerbahçe ligin lideri ve son dönemde müthiş bir seri yakaladı. Kazanan daima haklıdır. Erol Bulut'un topa az sahip olan oyunu kimilerine sempatik gözükmese de bu ligde yetecek puanı almasını sağlıyor. Zaten Süper Lig'de topu alınca ne yapacağını kestirebilen çok az takım var. Yani topu rakibe vermek çoğu maçta, sanıldığı gibi bir zorlanmaya neden olmuyor. Diğer yandan topla az oynamak da her takım için sonuçtan uzaklaşmak anlamına gelmez. Fenerbahçe, lig standartlarının üstünde bir yetenek havuzuna sahip olduğu için topla oynadığı az zamanda çok iş başarabiliyor. Bir şekilde kendine ekmek çıkarabiliyor, topla oynama oranının yüzde 50'nin altında kaldığı maçlara bile sonuca gidebiliyor.
Fakat bu sefer rakip Galatasaray olacak. Galatasaray; ne Hatayspor, ne Denizlispor, ne de Gençlerbirliği ... Fenerbahçe, bu sefer karşısında topu vermesi halinde sorun yaşayacağı bir rakip bulacak.
Galatasaray'ın bu konuda Süper Lig'in üstünde bir potanisyeli olduğunu söyleyebiliriz. Fakat bu üstünlüğünü sahaya her zaman yansıtamadığını da kabul etmek gerek. Bunun belki de en önemli nedeni olarak bir türlü ideal 11'ini sahaya çıkaramaması gösterilebilir. Fakat Galatasaray bu hafta o konuda da avantajlı olacak. Zira artık kadro oturmaya başladı. Son haftalada alınan sonuçlar bunun bir habercisı sayılabilir. Üstelik Fenerbahçe'de yetenek havuzunun en ağır basan iki oyuncusu Pelkas ve belki de Gustavo sahada olmayacak.
Haliyle bu noktada Fatih Terim'in orta saha tercihi büyük önem kazanıyor. Maçın sonucunu değil belki ama gidişatını orası belirleyecek.
Terim, nispeten yumuşak görülen maçlarda orta sahanın yükünü Taylan'ın sırtına atarken, ön tarafı yumuşak bileklerle doldurdu. O bilek kalitesi o kadar yüksek ki, bir dönemin peşinden koşulan oyuncusu Emre Akbaba bile o seviyede sırıtımaya başladı.
Fakat Beşiktaş deplasmanı ve Başakşehir karşılaşması gibi 'sert' maçlarda Taylan'ın yanında Etebo'yu gördük. Nijeryalı oyuncunun son dört ayda ilk 11 çıktığı iki maç bunlardı! Terim, sadece bu maçlarda ona güvenmişti. Demek ki çok ihtyacı olduğunu düşünmüştü. Fakat Etebo tercihi iki maçta da işe yaramadı. Beşiktaş maçı, Etebo'dan ziyade Diagne'nin kırmızı kartıyla başka bir yere gitse de Galatasaray'ın oyun oynama konusunda sıkıntı yaşadığı bir 90 dakikaydı. Benzer bir durum Etebo'nun sahada kaldığı Başakşehir maçının ilk 45 dakikası için de söylenebilir. Hatta Fernando Muslera penaltıyı kurtarmasaydı geri dönüş ihtimali de çok kolay olmayabilirdi.
AAİşte tam bu noktada, Terim'in orta saha tercihi Galatasaray'ın derbideki rolünü belirleyecek. Oynayan mı olacak, sabreden mi? Topu rakibe vermeyi daha çok düşünen, taraftar desteğinden mahrum, Pelkas ve belki Gustavo'dan yoksun Fenerbahçe karşısında rahatlığı mı göze alacak, yoksa üç puan geride olmanın getireceği 'yenilmeme' zorunluluğu mu öne çıkacak?
Hangisinin doğru sonuç vereceğini ancak 90 dakika sonunda anlayabiliriz. Oyun değişkenlerle dolu. Fakat Kadıköy'e kazanmak zorunda gitmemenin verdiği rahatlık ve önümüzde daha 17 maçın olması, sahada 'oynayan' bir Galatasaray görmeyi mümkün kılıyor.
Her şeyden öte, son yılların 'seri koruma vs. yenilmeme' rekabetine kurban ettiğimiz zevksiz derbilerinden sonra, iki takımın da rahatça oynadığı 'akıcı' bir derbi görmek en büyük temenni. Bunu da gerçekleştirmek için en kuvvetli aday olarak Galatasaray duruyor. Eğer Terim isterse...




