Arifcan Yazgaç @ArifcanYazgac
Yıllar önce bir gazeteci büyüğüm 2020 Yaz Olimpiyat Oyunları adaylık sürecinde çekiştiğimiz Tokyo’ya gidip döndüğünde bana bir anısını anlatmış ve “Öyle bir yer ki markete gidip alışveriş yapmak istediğinde kasiyere parayı uzatıyorsun ve kasiyer ‘Sizden 10 Yen aldım. Ürününüz 8 Yen. Kasadan 2 Yen alıyorum. Size veriyorum’ şeklinde sesli olarak her aşamayı size gösteriyor ve hem senin ona güvenmeni hem de otokontrolünü sağlıyor” demişti. Hemen bu örneği bir film sahnesi gibi Türkiye’ye uyarlamıştık. Biz net olarak “Bir dümen dönüyor galiba” diyerek tabiri caizse ‘kıllanırdık’.
Kendimize haksızlık etmeyelim ama sadece bir genelleme yaparak ‘bir Japon’un işinde en iyi olmak için, bizlerin ise işinde en iyi gözükmek için’ çalıştığını söylersek aslında iki kültürün ekonomik, teknolojik, sosyokültürel vb. tüm farklılıklarını kaba bir şekilde özetlemiş olabiliriz. Çünkü köklü gelenekleri terk etmenin zorluğu neticesinde Batı dünyasına açılma konusunda yıllarca ayak direten Türk ve Japon toplumlarının arasında benzer zaman aralıklarında oluşan özellikle ekonomik ve teknolojik uçurumun açıklamasını en basit tabirle ‘anlayış farkı’ olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır.
Japan fansBununla berabere iyi-kötü, yanlış-doğru tartışmasının kenarından dolanarak ülkemizde uygulanan yabancı futbolcu kuralının belki de bir lütfu olarak çok farklı kültür ve tarzdaki birçok oyuncuyu eskisinden daha da geniş bir yelpazede görme, tanıma ve örnek gösterme şansını yakalıyoruz. Bu kültürlerden biri de benzer geçmişlere fakat farklı beklentilere sahip olduğumuz Japonlar...
Esasında cevabını aradığımız soru birbirinden anlayış olarak büyük zıtlıklarla ayrılan bu iki kültürün, bir araya geldiğinde saha içi davranışlarından (!), sosyal yaşantısına kadar nasıl bu kadar ahenkli bir hava oluşturduğu… Hadi Tsubasa’yı futbolla ilgili diye sevdik, Pokemon’a çocuktuk diyerek ayıldıkbayıldık da 2002 Dünya Kupası’nda üstelik ev sahiplerinden Japonya’yı da eleyerek üçüncü olurken ne oldu da ayakta alkışlandık? 2006 Dünya Basketbol Şampiyonası’nda Hidayet Türkoğlu ve Mehmet Okur’suz bir şekilde sınırları zorlarken nasıl kendimizi bu kadar sevdirdik? Mesela İlhan Mansız ve Alpay Özalan aynı Türkiye’de oynayan Japon futbolcuların birçoğu gibi kendilerini nasıl bu farklı kültüre benimsetti? Tamam diğer ekiplerden bir boy farkla üstündüler ama Vakıfbank, Dünya Kulüpler Şampiyonası koleksiyonuna 2017 yılında bir kupa daha eklerken ev sahibi de Japonya’ydı sonuçta… Ya da Süper Lig’de şu anda çok rahat bir takımda oynayabilecek olan Eren Albayrak sezon başında hangi sebeple Japonya sürprizine imza attı…
AATakayuki Seto, Hajime Hosogai, Junichi Inamoto’dan sonra şimdilerde Shinji Kagawa ve Yuto Nagatomo ile Japon kültürünü ve tarzını yakından tanıma fırsatı buluyoruz. Bunu takiben kulüplerimizin pazarlama departmanları, sosyal medya ekipleri Japon taraftarlara ulaşmanın yollarını, ekonomik pastalarını genişletmenin yöntemlerini olabildiğinde kullanmaya çalışıyor, karşılığında da ‘küresel bir köy’ olan ve sınırların daraldığı yeni dünyanın en büyük ekonomik ve teknolojik güçlerinden Japonya’dan da ülkemize olan ilgi gün geçtikçe büyüyor. Mesela artık Galatasaray ve Beşiktaş’ın maçlarında, antrenmanlarında, basın toplantılarında Japon gazetecileri sıkça görüyoruz. O kişilerden biri de Japonya’nın en köklü televizyon kanallarından biri olan Fuji TV’nin Türkiye bürosundan Tomoe Tsuchiya…
2001 yılından beri Türkiye’de Tomoe ve Cem Yılmaz esprilerine katılabiliyor olduğunu düşünürsek ne kadar iyi Türkçe anlayıp konuşabildiğini gözünüzde canlandırabilirsiniz. Yukarıda bahsettiğimiz soruları ona yönelttiğimizde verdiği ''Bir Japon için Türkiye’de beklentileri karşılamak kolay değil. Hele insanlar ‘Seni seçtim çünkü sen farklısın, Japonsun bir kere akıllı adamsın’ mantığıyla baktığında…” cevabı da bunu kanıtlar cinsten…
AABizim gözümüzde canlanan sakin, çalışkan, nizami, mesafeli ve geleneklerine bağlı Japon insanının;Türkiye ile uyumunun ana prensibini, Efesli filozof Heraklitos’un “Karşıtlar yararlıdır, en iyi uyum farklılıklardan çıkar” sözünden yol alarak ve buna futbolu alet ederek anlamaya çalıştık Tomoe ile. İki kültür arasındaki farkı “Düzen ve kalıplar… Japonya’da her şey düzenli ama esnek değil. Bu yüzden Türkiye’ye alışınca; Japonya’ya dönüş bazen boğucu gelebiliyor. Türkler biraz acımasız. Bir gün iyi oynadığında kralsın. Ama iyi oynamadığın zaman anında dünyanın en kötü oyuncusu sen oluyorsun” şeklinde özetleyen Japon gazeteci, özellikle Kagawa ve Nagatomo transferlerinin ardından Japonların Türkiye’ye olan ilgisinin gün geçtikçe arttığını ekliyor:
“Türkiye’ye gelen Japon futbolcular arasında en ünlüleri Kagawa ve Nagatomo. Onlar Japonya’nın en ünlü üç futbolcusundan ikisi… Japonya’nın en önemli futbolcularından ikisinin Beşiktaş ve Galatasaray’da aynı dönemde oynuyor olması bir mucize… Bu durum da Japonya’daki ilginin buraya kaymasındaki önemli etkenlerden biri. Herkes Türkiye’yi ve Türkiye ligini merak ediyor. Mesela Galatasaray-Beşiktaş maçı için inanılmaz talep var. Hatta bu maç için özel tur bile düzenlemek mümkün. Ama Passolig uygulamasından dolayı bu biraz zor. Bu maç için özel tur düzenlenmesi halinde biletler anında tükenir ve Türkiye de hiç olmadığı kadar büyük bir reklam yapmış olur. Nagatomo ve Kagawa için orijinal ürünlerin de en kısa zamanda satışa sunulması lazım. Mesela bir atkının yarısına Nagatomolu Galatasaray, diğer yanına Kagawalı Beşiktaş koyulup ‘ezeli rakip, ebedi dost’ cümlesi ile tamamlanabilir. Bu ürünler Japonya’da tahmininizden fazla ilgi görecektir.”
Shinji Kagawa 300 bin Euro bonservis ücretiyle transfer olduğu Almanya’da şampiyonluklar elde etmiş, dünya futbolunun zirvesi Premier Lig’de kendini kanıtlamış ve Avrupa’da en fazla forma giyen Japon futbolcu olma özelliğiyle ülkesinde en çok saygı gören isimlerin başında geliyor… Nagatomo da farksız sayılmaz. Futbolculuğunun yanı sıra ekonomi mezunu olan, üniversitede ekonomi dersleri veren, antrenman tekniklerinden beslenme şekillerinde kadar 6 farklı kitabı olan ve kendisinden ilham alınarak Japonya’da 26 bölümlük anime serisi yapılmış bir karakter. Bu özellikleri de tıpkı Kagawa gibi onu toplumda gördüğü saygı açısından Japonya’da el üstünde tutuyor.
Getty ImagesAslında burada anahtar kelimenin saygı olduğunu ifade etmeliyiz. Çünkü bizler belki rekabet dozajını kaçırdığımızdan sevgi kelimesini pek kullanmasak da yüksek profildeki insanlara, en başta da yabancılara büyük saygı duyarız. Türk ve Japon toplumları arasında da tarihsel sürecin bir birikimi olarak karşılıklı saygı seviyesi oldukça üst seviyededir. 19. yüzyılın sonlarında iki ülkenin birbirlerine gönderdikleri heyetlerle atılan bu saygı tohumları günümüzde biz Türklerin Japonları Batı dışındaki ilk sanayileşmiş ülke olarak, Japonların da bizleri Batı dünyası dışındaki önemli bir askeri ve siyasi güç olarak izlemesine temel oluşturmuştur.
Kagawa da kültürel olarak çok farklı bir ülke olan Türkiye’ye bu kadar hızlı adapte olmasının nedenini bu saygıya bağlıyor ve “Türkiye’ye ilk geldiğim günden beri saygıyı hissediyorum. Belli bir seviyeye gelmiş oyuncuların Türkiye’ye gelip güzel bir hisle futbol oynayabilmelerinin nedeninin, insanların kendilerine gösterdiği bu saygı olduğunu düşünüyorum” diyor. Tomoe Tsuchiya ise temel yaşam standartlarındaki bu uyumu “Nagatomo ve Kagawa daha önce de yurt dışında uzun zaman yaşamış deneyimli oyuncular oldukları için hızlı bir şekilde Türkiye’ye adapte oldular. İstanbul’da taze deniz mahsulleri ve gıda olduğu için beslenme açısından zorluk çekmediklerini söylüyorlar” ifadeleriyle açıklıyor.

Türkiye’de oynayan Japon futbolcularda en beğendiğimiz özellikler saha dışı kültürlerini sahaya da yansıtabiliyor olmaları. Mesela Tomoe, genel Japon oyuncu profilini “Japon oyuncular disiplinli, çalışkan ve savaşçıdır. Her zaman elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışırlar. Bir gün iyi, bir gün kötü değil; her zaman aynı tempoyla çaba sarfederler” sözleriyle anlatıyor. Yani bizlerin “Tekmeye kafa sokan”, “Böyle mücadele edin isterseniz 10-0 yenilin”, “Biz bitti demeden bitmez”, “Terinin son damlasına kadar savaşan” futbolcu ve oyun anlayışı tanımlarımızla birebir örtüşüyor. Oysa ne gariptir ki takvim yapraklarını geriye sardığımızda tarihteki en savaşçı üstelik bu konudaki en başarılı toplumların başında Türklerin geldiği dünya tarihçileri tarafından kabul görse de biz ülkemize gelen yabancı futbolcuların savaşçılığı ile ama Türk futbolcuların teknik kapasitesi ile övünürüz. Fakat aynaya baktığımızda özellikle gelişmiş Batı toplumlarına oranla hayatın neredeyse hiçbir safhasında ne yeterince teknik ne de stratejik olduğumuz söylenebilir.
Japonya’da şu sıralarda bir beklenti var. Şampiyonluk yarışında Galatasaray ve Beşiktaş’ın daha iddialı konuma gelmeleri… Üstelik iki ezeli rakip arasında yaşanabilecek olası bir rekabette Nagatomo ve Kagawa’nın aktif rol oynaması da en büyük ümitleri. Tabii ki bitiş çizgisine yaklaşıldığında iki büyük takım arasında yaşanacak rekabetin reytinginden onlar da nasiplenmenin planlarını yapıyor. Üstelik her ne kadar bizler onları mesafeli insanlar olarak görsek de Japon gazeteci Tomoe Tsuchiya, aslında yeri geldiğinde duyguların da Japon insanının önemli bir enstrümanı olduğunu dile getiriyor bunu da Nagatomo’nun Trabzonspor maçında verdiği tepkiden yola çıkarak anlatıyor:
“Nagatomo’nun o tepkiyi göstermesine hepimiz şaşırdık ve herkese olduğu gibi ona da kart gösterilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Her insan sinirlenebilir. Nagatomo da sinirlendiği için anlık olarak o kelimeleri söylemiştir. Asya Kupası’nda Nagatomo'ya İranlı bir oyuncu hakaret etmiş ve Nagatomo da ona sinirlenmişti. Fakat bir gün sonra asansörde karşılaştıklarında o oyuncu Nagatomo'dan özür dilemiş ve hemen barışmışlar. Nagatomo kendi sosyal medya hesabında ‘Biz maça omzumuzda bayrağımızla çıkıyoruz, bu yüzden zaman zaman ateşlenebiliriz’ gibi ifade kullandı. Bursaspor’da oynarken Hajime Hosogai de Quaresma ile kavga ederek kırmızı kart görmüştü, hatırlarsanız. Japonlar normalde sakindir ama duygusuz değiller.”
Getty ImagesEvet; futbolun dili bir ama hayatin dili çok farklı tellerden çalabiliyor. Kilometrelerce uzakta, farklı kıtalarda olmasına rağmen Türkler ve Japonlar benzer geçmişlere sahip olabilir ama kültürel olarak belirgin farklılıklar taşıyorlar. Buna rağmen notalar bir araya geldiğinde anlamlı bir eser ortaya çıkıyor. Bu eserden de bizlerin yapması gereken bazı çıkarımlar var. Çünkü temel olarak gelişme süreci olarak önce Batılıların yaptıklarını öğrenmeyi, sonra taklit etmeyi, daha sonrasında üretip geliştirmeyi ve neticesinde bunu dünyaya kabul ettirmeyi esas alan iki toplumdan biri bu sürecin her safhasında aktif olabiliyorken diğeri eksik kalıyorsa bu noktada yardımı doğru kişilerden almanın gerekliliği gün yüzüne çıkıyor. Şu anda ülkemizde bulunan Kagawa ve Nagatomo da çalışma disiplini, takımlarına uyumları, profesyonellik anlayışları, birikimleri ve bizlere getirebilecekleri ile en azından futbol bazında bu yardım elini oyuncu gelişimi alanında uzatabilecek iki figür olarak göze çarpıyor. Unutmayalım ki Sezen Aksu’nun dediği gibi “Işık doğudan yükselir…”




