YORUM | Onur Özgen @ozgenonur
Sergen Yalçın, konuşmalarında genellikle çok net oluyor, lafı hiç dolandırmıyor, hemen her şeyi en basit hâliyle anlatıyor ve açıkçası bu onun en iyi özelliği.
Çünkü bu işte ne kadar basit olursanız, mesajınızı alıcısına o kadar kolay iletebiliyorsunuz. Dünyanın en büyük taktisyeni olabilirsiniz. Futbolda bilmediğiniz en ufak detay bile bulunmayabilir. Ama tüm bu bildiklerinizi başkalarına anlatamıyor ya da anlattıklarınız muhatapları için yeterince ikna edici olamıyorsa, o zaman ne kadar münevver bir futbol insanı olsanız da, yaptığınız işte başarılı olma şansınız çok düşüyor.
Yalçın ise bu anlamda ustalık mertebesine ulaşmış, büyük bir iletişimci. Fakat buna karşın dün düzenlediği basın toplantısında yaptığı bir tanım, her zamanki netliğinden bir hayli uzaktı. Muhabirlerin takıma katılacak yeni santrfor üzerine kendisine yönelttiği sorulara, “Tartışılmayacak bir santrfor istiyorum” cevabını verdi. Peki bu ne anlama geliyor? Dünyada hangi santrforlar tartışılmaz? Ve bu unvanı onlara veren şey nedir? Herhâlde geçmişleri olsa gerek.
Şayet Yalçın, üzerinde herkesin görüş birliğinin olduğu bir santrforu arıyorsa ve bunun için kariyeri parlak, ama futbol hayatının sonuna gelmiş birini düşünüyorsa, Beşiktaş birkaç yıl önce 32 yaşındaki Alvaro Negredo ve 34 yaşındaki Vagner Love’ı transfer ederek o yöntemi denemiş ve bunun ne kadar yanlış bir yöntem olduğunu görmüştü zaten.
AASiyah-beyazlıların bugünleri, o günlerde yaptığı hataların doğal bir sonucu. Aynı hataları yapıp, farklı bir sonuç beklemek ise gelecekteki daha kötü günlerin yine doğal bir sonucu olacaktır. Beşiktaş’ın bu kısır döngüyü kırması gerek. Ama kıramıyor. Yeni bir bakış açısına ihtiyacı var. Ama değiştiremiyor.
Negredo ve Love, üç yıl önce tam da Yalçın’ın tarif ettiği gibi tartışılmaz santrforlardı. Kariyerleri, elde ettikleri başarılar, attıkları gol sayısı ortadaydı. Dolayısıyla Beşiktaş’a gelmelerinde de tartışılacak bir şey yoktu. Bugüne kadar yaptıklarını, Beşiktaş’ta da yapacaklardı. Alanyaspor’da gol kralı olan Love, Beşiktaş’ta da olacaktı. Ama olmadı.
Çünkü Beşiktaş, kendi ihtiyaçlarının, aradığı şeyin ne olduğunun ve o şeyin nerede bulunduğunun farkında değil. Dün de değildi, bugün de değil. Gözü ısrarla başka saksılarda büyüyen çiçeklerin üzerinde. Fevkalâde iyimser bir şekilde, o beğendiği çiçeklerin kendi saksısında da yaşayabileceğini düşünüyor. Bunun yerine kendi çiçeğini yetiştirmek ise aklına dahi gelmiyor. Çünkü ne kendi toprağının ne de kendi ışığının farkında.
Dolayısıyla örneğin Fabrice N’Sakala’nın nasıl bir sol bek olduğu, Alanyaspor’da hangi oyunun içinde katkı verdiği, burada nasıl bir oyunun içinde kendini bulacağı ve bu oyunun içinde nasıl bir rol üstlenebileceği gibi sorular, Beşiktaş’ın gündemine bir türlü giremiyor. Ve hâliyle aynı rutin, santrfor transferinde de işliyor.
Oysa sorulması gereken soru, çok basit: Beşiktaş’ın nasıl bir santrfora ihtiyacı var? Klasik bir santrfor mu, sahte dokuz mu, yoksa bir ikinci forvet mi? 2015 yazında Şenol Güneş, bu tarifi yapabilmişti. Demba Ba, Çin’e transfer olduktan sonra, onun yerine “fiziği güçlü ve kaleye sırtı dönük bir şekilde oynamayı bilen bir santrfor” istediğini söylemişti. Bir süre sonra transfer edilen Mario Gomez ise bu tarife tıpa tıp uyuyordu. Tarif edilen şey ile gerçekleşen şey arasındaki uyumun sonucu ise bilindiği üzere harika olmuştu.
Depo PhotosBeşiktaş’ın yeni santrforunu seçerken de muğlak tanımlara değil, böyle net tariflere ihtiyacı var. Örneğin, geçen sezon takımın en önemli sorunlarından biri, kanatlarının yeterince skorer olmamasıydı. Peki elde bu kanat oyuncuları varken nasıl bir santrforun alınması gerekir? Ya da forvet arkasında Adem Ljajic varken nasıl bir santrfor, Bernard Mensah varken nasıl bir santrfor lâzım?
Geçtiğimiz günlerde Manchester United’a transfer olan Donny van de Beek, bu anlamda iyi bir örnek olabilir. 2017-18’de Marcel Keizer yönetiminde sezona başlayan Ajax’ın santrforu, klasik bir 9 numara olarak tanımlanabilecek Klaas-Jan Huntelaar ve Kasper Dolberg'di. Forvet arkasındaki Van de Beek ise yine kötü bir sezon geçirmemişti belki, ama esas çıkışını sonraki sezon yaşamıştı. Takımın yeni antrenörü Erik ten Hag, sürpriz bir kararla o güne kadar sol kanat oyuncusu olarak bildiğimiz Dusan Tadic’i hücum hattının en ucunda sahte dokuz olarak oynatınca, Tadic’in boşalttığı alanlara sızma fırsatını elde eden Van de Beek’in hücumdaki performansı inanılmaz artmıştı.
Beşiktaş’ın sportif karar alıcıları da kendi “10 numaraları” üzerinden benzer şekilde bir akıl yürütebilir. Örneğin Ljajic, evvelki sezonun ikinci yarısında Burak Yılmaz ile çok uyumlu bir görüntü sergilemişti. Belki de Ljajic’in ihtiyacını duyduğu santrfor, sık sık savunma arkasına sızabilen bir santrfordur. Öte yandan Mensah ise Ljajic’e göre ceza sahasına daha sık girmeyi seviyor. Belki de o da derine inip kendisine boş alanlar yaratabilecek bir santrforla daha uyumlu olabilir.
Ancak bu tip sorgulamalar, Beşiktaş'ın gündeminde değil gibi görünüyor. Siyah-beyazlılar, elindeki bütçeyle piyasadaki toplayabileceği en iyi parçaları arıyor. Yalçın'ın konuya bakış açısı ise belli: Öncelikle mümkünse daha önceden bildiği parçaların alınmasını istiyor. Aksi takdirde herkes tarafından bilinen, kalitesi tartışılmaz parçalar talep ediyor. Fakat tüm bu parçaların kendi bütünüyle uyumu, her zamanki gibi şansa kalıyor.
İçinden bir türlü çıkılamayan bu kısır döngü ise Beşiktaş'ın farklı bir gelecek tahayyülüne kavuşmasına müsaade etmiyor. Ne yazık ki.


