ÇEVİRİ | Onur Özgen @ozgenonur
Schalke 04 ile iki çok başarılı yıldan sonra işten atılmıştım ve evdeyken telefonum çalmıştı.
Arayan kişi kendisini Almanya'nın en zenginlerinden biri olan Dietmar Hopp olarak tanıtmıştı. O zamanlar, 2006'da, radyoda telefon görüşmeleri yapan ve insanları hedef alan bir taklitçi popülerdi. Bu yüzden bir dakika beklemiş ve konuşmasına izin vermiştim.
Bir dakika sonra onun gerçekten Dietmar Hopp olduğunu anlamıştım, böylece sohbet başlamıştı. Bana takımı Hoffenheim'ı Almanya üçüncü liginden birinci lige çıkarmayı hayâl edip edemeyeceğimi sormuştu. 65 yaşındaydı ve "70. yaş günüme kadar onları birinci lige çıkarabileceğinizi düşünüyor musunuz?" demişti.
"Eh, yapabilirim, ama bunun beş yıldan daha çabuk olması gerekiyor," diye yanıtlamıştım. "İki ya da üç yıl içinde bunu yapmak zorundayız."
Her şey böyle başlamıştı.
Getty ImagesHoffenheim üçüncü lig kulübüydü. Bir tıbbi departmanları veya bir oyuncu izleme departmanları yoktu. Hiçbir şey yoktu. Evlerinde oynadıkları maçlarda ortalama 1500 seyirci önünde oynuyorlardı, ancak onları birinci lige çıkardığımızda bölgede neler olabileceğine dair bir öngörüm vardı.
İlk üç maçın ardından bir puan almıştık ve sondan ikinciydik. Böyle bir durumda tepkiyi hayâl edebilirsiniz; birkaç kişi güldü ve şöyle dedi: “Harika. Bakın orada ne yapıyorlar."
Yine de yavaş yavaş puanlar toplamaya başladık ve sezonun ikinci yarısında ligi ikinci bitirip bir üst lige yükselmeye yetecek kadar maç kazandık.
O zamanlar kimse ikinci ligde bulunan ve küçük bir köy takımı olan Hoffenheim için oynamak istemiyordu. O yaz, Avusturya'da bir sezon öncesi hazırlık kampındaydık ve sadece deneyimli oyuncularla konuşmaktan bıkmıştım. Böylece sadece çok genç, çok yetenekli, piyasa değeri olan oyuncular aramaya karar verdik. Oyuncu izleme departmanımla konuştum ve ardından oyuncularla kendim iletişime geçip onları buraya gelmeye ikna etmeye çalıştım.
Bu oyunculardan biri sözleşme imzaladı ve sezon başladı. İlk üç maçın ardından sadece bir puan topladık ve sondan ikinci olduk. Tarih tekerrür ediyordu.
Transfer penceresinin kapanmasına bir hafta daha vardı ve o hafta beş oyuncuyla anlaştık. Bunlardan biri Demba Ba'ydı. Diğerleri ise Chinedu Obasi, Carlos Eduardo, Luiz Gustavo ve Vedad Ibisevic'ti. Freiburg'a kaybettik, ama ondan sonra maçları kazanmaya başladık ve sezonun sonunda ligi ikinci bitirerek tekrar bir üst lige terfi ettik.
Getty ImagesO ikinci yılda, baklava orta saha ile 4-4-2 oynadık. Forvetler Ba ve Obasi'ydi - Ibisevic çoğunlukla yedek kulübesindeydi. Ardından Obasi, Nijerya ile Olimpiyatlara gitti.
Ba ve Ibisevic ile aynı dizilişi oynadık ve sezon öncesi Ibisevic her maçta gol attı. Bundesliga'nın ilk sezonunun başında sadece Stuttgart'tan Andreas Beck ile anlaşmıştık, ama ilk lig maçımızı Cottbus'ta 3-0 kazandık.
Bir hafta sonra Chinedu, Olimpiyatlardan döndü, bu yüzden bir sorunumuz bulunuyordu; elimizde çok iyi üç forvetimiz vardı. Antrenör ekibime dizilişi değiştirmemiz gerektiğini söyledim. Üç forvetle 4-3-3 oynamak zorundaydık.
Demba ve Chinedu ile aramızda o zamanlar birkaç tartışmamız oldu, ama sonunda o kadar çok maç kazandık ve o kadar çok gol attık ki, altı ay sonra Bayern Münih'in önünde ligin zirvesine yerleştik. İki buçuk yılda bir köy kulübünden Bundesliga'nın zirvesine; masalsı bir gelişmeydi.
Hoffenheim'daki amacımız, her bir işin ehlini bulmaktı. Ayrıca o zamanlar var olmayan yeni işler yarattık. Arkadaşım ve meslektaşım Lars Kornetka, 2007'de Almanya'daki ilk video analist oldu; onu Hoffenheim'a getirdik ve arkadaşım Helmut Gross ile birlikte onu eğittik ve ona futbol tarzımızı öğrettik. Almanya'da sahip olduğumuz en iyi video analistiydi.
1990'ların sonlarına dönüp baktığımda, Ulm’de baş antrenör olduğum zaman, sadece bir yardımcı antrenörüm ve kaleci antrenörüm vardı. Hatta maç öncesi ve maç sonrası analizleri bir video kasetten diğerine aktarmak zorunda kalırdık.
Bugün 25 ilâ 30 çalışanınız var - önemli alanlarda uzmanlar ve becerikli kişiler - ama o zamanlar Hoffenheim'da, daha sonra Red Bull'da olduğu gibi, her zaman gelişmeye çalışıyorduk. Futbol takımlarını geliştirerek aynı zamanda oyuncuları da geliştirdik.
Getty Images2011 yazında, Schalke'deki ikinci dönemimden sonra cep telefonum çaldığında en sevdiğim kafedeydim. Red Bull kulüplerinin sahibi Dietrich Mateschitz, RB Salzburg için yeni bir baş antrenör arıyordu.
İlgilenmediğimi söyledim, ama yine de buluşmamız için ısrar etti. "Bir saat sonra orada olacağım. Helikopterle geleceğim.”
Evimde helikopter iniş yeri yoktu, bu yüzden futbol menajeri Uli Ferber'e suni çim sahası olan evinin çatısına inip inemeyeceğini sordum.
Dietrich'e dışarıdan danışmanlık hizmeti veren Gérard Houllier eşlik etti ve iki saat daha beni Salzburg'un yeni antrenörü olmam için ikna etmeye çalıştı. Bunu yapmayacağımı anlayınca, “Bay Rangnick, futbolda neyi yanlış yapıyoruz?” diye sordu.
O zaman, RB Leipzig, Alman futbolunun dördüncü ligindeydi ve Red Bull Salzburg'un sadece ortalama bir takımı vardı. Sebastian Vettel ise kısa süre sonra Red Bull ile üst üste dört Formula 1 dünya şampiyonluğunun ikincisini kazanacaktı.
"Formula 1'de yaptığınız her şeyi yapıyor olmalısınız,” dedim. “Ama onun yerine tam tersini yapıyorsunuz.
“Yerinizde olsam, sadece birinci veya ikinci sözleşmelerini imzalayan oyuncularla anlaşmaya çalışırdım, çünkü bu iki takımdaki oyuncuların çoğu orada ekonomik nedenlerle oynuyor ve çünkü Salzburg ve Leipzig gibi şehirlerde yaşamak güzel."
Bu iki kulüpte oynamalarının kendi kariyerlerini geliştirmekle hiçbir ilgisi yoktu.
Ayrıca ellerinde New York Red Bulls ve Red Bull Brasil vardı, ben de ona şunu söyledim: “Dört futbol kulübünüz varsa, yerinizde olsam kulüpler arasında sinerji yaratırdım. Aşağı yukarı aynı futbol tarzına, aynı oyuncu izleme departmanına sahip olurdum ve tüm kulüplerle ortak bir kurumsal kimlik geliştirirdim.”
Sonunda, iki farklı ülkede, iki farklı ligde, iki Avrupa kulübünün futbol direktörü olacağım konusunda anlaştık. Bir hafta içinde göreve iki baş antrenör getirmek zorunda kaldım. Ardından, tamamen yeni bir ekip oluşturmaya karar verdim. İlk transfer, 4 milyon euro’ya Metz’den 20 yaşındaki Sadio Mané’ydi. İkincisi, Kevin Kampl'dı.
Getty ImagesSonra Hoffenheim'da yaptığımızın aynısını yaptık. Her transfer döneminde 18, 19, 20 yaşındaki oyuncularla anlaştık. Dayot Upamecano 16 yaşındaydı. Naby Keïta 19 yaşındaydı. Her transfer döneminde takımın yaş ortalamasını düşürdük ve kaliteyi önemli ölçüde artırdık. Leipzig üst üste iki lig birden yükseldi.
2013 yılında Joshua Kimmich ile anlaştığımızda henüz sadece Alman üçüncü ligine yükselmiştik. 18 yaşında, neredeyse hiç tanınmayan biriydi.
Stuttgart’ta 19 yaş altı takımında bir yıl daha oynamak yerine üst düzey futbol oynamak istedi, böylece onu iki yıllığına kiralayabildik. İlk antrenmanında dörde karşı dört oynuyorduk ve 18 yaşındaki bu oyuncu, kazanmak için çaba sarf etmeyen diğer oyuncuları azarladı. Şu an olduğu oyuncuya dönüşmesi tesadüf değil; çünkü her gün daha iyi olmak istedi. O, kaybetmekten nefret eder ve her maçta rekabetçi olmak ister.
Mané, Keïta, Upamecano, Kimmich ve Erling Haaland'ın hepsinin ortak noktası vardı. Her gün daha iyi olmak istiyorlardı ve üst düzey bir zihniyetleri vardı - bu en hayati kısım. Erling, antrenmana her gün ilk gelen ve antrenman alanını en son terk eden kişiydi. Her gün antrenman sahasına gittiğinde arabasında Şampiyonlar Ligi marşını dinlerdi. Bu onunla ilgili çok şey anlatıyor olmalı.
Her zaman ehil insanları aradık ve yeni iş profilleri oluşturduk. Bunlardan biri irtibat görevlisiydi.
Afrika kökenli birçok oyuncuyla anlaştık – bir başkası Ibrahima Konaté – ve bu sadece onları teknik, taktik ve fiziksel olarak geliştirmekle ilgili değildi. Ayrıca, yeni ortamlarına uyum sağlamalarına yardımcı olacak birine sahip olduğumuzdan emin olmamız gerekiyordu. Bu insanlar, bu oyuncuların gelişimi için çok önemliydi – onlar olmasaydı, şimdiki hâllerinde olamazlardı.
Bu benim için de yeniydi, çünkü Red Bull'a kadar hep baş antrenör olarak çalışmıştım. İlk defa baş antrenör değildim. Hangi sınırları geçebileceğimi bulmam gerekiyordu.
Soyunma odası baş antrenörün karar vermesi gereken alandı; ona hangi oyuncularla oynaması gerektiğini asla söylemedim. Antrenör gibi düşünen ve gören bir futbol direktörüne sahip olmak antrenörler için de yeniydi.
İlk birkaç aydan sonra antrenörler - Salzburg'da Roger Schmidt ve Leipzig'de Alex Zorniger - bunun kendi çıkarları için olduğunu fark eder etmez, her şey neredeyse mükemmel gitti.
Getty ImagesRoger daima 4-2-3-1 ile oynamak istedi. Forvet Jonathan Soriano'ydu, ancak ikinci bir forvetimiz daha vardı; Alan. Diz sakatlığından döndükten sonra ne zaman oynasa gol atıyordu, bu yüzden Roger ve ben tartıştık.
"Roger, Avusturya liginde her biri 30 gol atacak iki forvetimiz var, bu yüzden ikisini de oynatmalıyız. Mantıklı olan iki merkez forvetle oynamamız. Rakiplerimizin üstüne doğrudan saldırabiliriz, ayrıca solda Sadio Mané’yi ve sağda Kevin Kampl’ı kullanabiliriz.”
Böylece Almanya ve Avusturya'da başka hiçbir takımın oynamadığı bir diziliş üzerinde karar kıldık; 4-2-2-2. Dörtlü savunma, iki altı numara - biri daha çok sekiz gibiydi - iki 10 numara ve iki forvet. Mané ve Kampl kanatta oynamadı; “kırmızı bölge” diye adlandırdığımız bir 'yarı pozisyonda' oynadılar.
O andan itibaren, harikaydık ve rakibin bize karşı hücum etmesi çok zordu. Bu, baş antrenörün ve futbol direktörünün göreviydi; takımın performans gösterip kazanmasını ve oyuncuların gelişebilmesini sağlamak.
İstediğimiz oyuncuların net profillerine sahibiz ve aynısı antrenörler için de geçerli. Gelecek için ne tür antrenörlere ihtiyacımız olacağını biliyorduk, bu yüzden her zaman bir kısa listemiz vardı. Oyuncu gözlemcilerimizi de kendi futbol tarzımıza göre yetiştirdik, yoksa ne tür oyuncular aradığımızı bilemezlerdi.
Modern futbol da tam olarak böyle. Her zaman için oyuna olan o tutkuyu hissetmek zorundasın, ama aynı zamanda sürekli öğrenmeye de çalışman gerekiyor.
Daha fazlasını öğrenmek istemediğimi anladığım gün, her şeyin bittiği gündür.
Çeviren: Onur Özgen
(Bu çeviri, Coaches' Voice Antrenörlük Konferansı'nın açılış konuşmasına aittir. Konuşma metninin aslına buradan ulaşabilirsiniz)
