ÇEVİRİ | Onur Özgen @ozgenonur
Pep Guardiola, 12 yıllık antrenörlük hayatına 29 kupa sığdırmayı başardı. Bu, yaklaşık 23 maçta bir kupa kazandığı anlamına geliyor.
Peki bu inanılmaz başarının arkasında ne yatıyor? Guardiola verdiği bu derinlemesine röportajda inançlarından, taktiksel düşüncelerinden ve onu tarihin en büyük kazananlarından biri yapan şeylerden söz ediyor.

2007'de Barcelona B'deki görevine yeni başlayan Pep Guardiola'ya bir mesaj iletebilseydiniz, ne söylerdiniz?
Harika soru. Başlangıçta net bir fikrimin olduğunu ve kendi kendime, "Yapmak istediğim şey bu" dediğimi anımsıyorum. Birkaç ay sonraysa prensiplerin daima olması gerektiğini, ancak bunun yanında sürekli olarak uyum sağlamak zorunda olduğunuzu fark ettim. Farklı oyuncular olayları farklı şekillerde yorumlarlar; bu yüzden sürekli uyum sağlamalıyız.
Bir futbol antrenörü, başka sporlardan ilham alabilir mi?
Gelecek maç
Tabii ki. Bütün spor dallarını çok severim. Örneğin hentbolün defansif oyun kurulumları, üçgenler ya da pivotun etrafında nasıl oynanacağı gibi çeşitli taktik görüşlere sahip olduğu doğrudur. Ya da tamamen zihinsel durumlara bağlı olan ve büyük bir baskı altında oynanılan golften söz edebiliriz. Sporu olağanüstü büyüleyici buluyorum; bize yenilgilerden, kötü anlardan ya da son dakikalardaki kayıplardan nasıl güçlenerek çıkıldığını gösteriyor. Bazı oyuncular vardır, başkaları ortadan kaybolur, onlar ise bu tip durumlarda ayağa kalkıp, "Ben buradayım" derler. İnsanların bu tip reaksiyonlarını incelemeyi seviyorum.
Geçtiğimiz sezon Premier Lig'i 38 maçın yalnızca birini kaybeden bir takıma karşı kazandınız. Bu şekilde kazanmak daha tatmin edici miydi?
Rakip her zaman için rekabete değer katar. Liverpool inanılmaz bir seviyedeydi, hayatımda karşılaştığım en zor rakipti. İspanya ve Almanya'da da ligler zordu, ama bu bilhassa çok zordu. Klopp'un takımı her şeye sahipti; bize oldukça acı verdiler, ama sonunda onları yenmeyi başardık. Önceki sezon 100 puan toplamak harikaydı; ama bu sezon Liverpool'un 30 yıldır ligi kazanamadığı bir yerde üst üste 14 galibiyet alarak 7 puan geriden geldiğimizi unutmamak gerek. Bir düşünün; İspanya'da Real Madrid ve Barcelona neyse, İngiltere'de de Manchester United ve Liverpool o. Bunlardan birinin 30 yıldır şampiyon olmadığını fark ettiğinizde, "Vay be!" diyorsunuz.
İngiltere'de çok sayıda rakibiniz var, bu sizi her gün harekete geçiren bir şey anlamına geliyor mu?
Düşmanlara ihtiyacım var. İnsanların benden nefret etmesini seviyorum ve başarısız olmayı umuyorum. Bu beni ateşliyor, "Tamam, buna dikkat et" diye düşünmemi sağlıyor. Bu yalnızca antrenörler için değil, tüm sporcular için bir zorunluluktur. Devam etmemize ve her üç günde bir performans göstermemize yardımcı olur. Lig şampiyonlukları için yaşıyorum, bununla birlikte Şampiyonlar Ligi'ni de kazanmayı çok istiyorum, ama bunun yalnızca yedi maç olduğunu unutmayın. Tottenham karşısında 11. dakikada bir penaltı kaçırdık ve sonra Avrupa'nın en iyi stoperi Aymeric Laporte, yıl boyunca sadece iki hata yaptı ve elendik. Ama lig her üç günde bir var. İngiltere'de kış cidden hiçbir zaman bitmez; Ekim ayından Mart ayına kadar sürer ve koşullar zorludur. Ve biz her gün hazır olmalıyız.
İngilizleri, özellikle taraftarları seviyorum; onlar için gerçek rekabet Premier Lig. Gerçekten harika bir lig. Stadyumlar büyük, maçlar büyük ve her takım bir diğerine kaybedebilir. Hangi sahaya gidersek gidelim, onların mücadele edeceklerini biliyoruz. Bu çok zorlu. Kontrol edemediğimiz birçok durum var; örneğin hava şartları çok büyük bir etkiye sahip oluyor. On dakika içinde yedi gol olabileceği hissedilen küçük sahalar var. Elbette gerçekten yedi gol olmuyor; ama atmosfer ve ortam böyle hissettiriyor. Barcelona'da asla göremeyeceğim şeyleri burada buldum. Örneğin, Burnley ile oynadığımızda, ikinci toplara ve duran toplara çalışırlar; topu boşluklara doğru gönderirler ve taç atışları ararlar. Onların sahasında, korner ya da taç atışı vermemek imkânsızdır. Bütün haftayı, "Faul yapmayın, savunma geçişlerinden kaçınmak için ekstra pas yapın, ucuz duran top şansları vermeyelim" deyip hazırlanarak geçirmemize rağmen; Kun Agüero, David Silva, Bernardo Silva ve İlkay Gündoğan gibi oyuncularla onların müsait bir şekilde orta yapmalarını engelleyemeyiz.
İngiltere'de yalnızca birkaç haftanın ardından farklı bir gezegene geldiğimi fark ettiğimi hatırlıyorum. Düşünme tarzımı değiştirmek ve ikinci topları savunmak üzerine antrenmanda daha fazla çalışmak zorunda kaldım. Barcelona'da asistanlarım Jose Mourinho'nun Real Madrid'inin kontratağa dayalı özelliklerine dair bilgiler vermişlerdi ve kendi kendimize, "Bu adamlara karşı topu kaybetmek konusunda çok dikkatli olmalıyız" demiştik. Sonra Almanya'da bunu değiştirmek zorunda kaldım. Çünkü Bayern Münih'te Barcelona'da olduğu kadar güvenilir pas opsiyonlarına sahip değildik. Barça'daki orta saha oyuncularının topu kaybetmeleri pek olası değildi; ancak Bayern'deki oyuncularımın böyle özel yetenekleri yoktu, başka kabiliyetleri vardı; bu yüzden arkamızda 40 metre boşluk bırakamayacağımızı biliyordum. Barcelona'da her oyuncunun hücuma katılabileceğini biliyorduk. Almanya ve İngiltere'de ise başlangıç olarak hücumda oyuncuları feda edip, gerideki oyunculara sadece savunma görevleri vermeyi öğrenmek zorunda kaldım. "Kendi tarzımda oynayacağım, bunun için 15 oyuncudan kurtulup, bana yeni 15 oyuncu verin" diyemezdim.
Bayern'de Thomas Müller, Arjen Robben, Franck Ribery ve başkaları gibi topu saklama yeteneğine sahip olmayan oyunculara sahiptim. Harika driplingcilerim ve başka tipte oyuncularım vardı; ama Barcelona'daki oyuna yatkın yeteneklere sahip hiç kimse yoktu. Üçüncü yılımda oyuncuları daha iyi tanıyordum ve ayrıca Xabi Alonso ve Philipp Lahm'ı merkezde oynatıyorduk; dolayısıyla daha belirgin bir oyunumuz vardı. Manchester City'ye geldiğimdeyse, insanlar ilk yılımda kazanmak zorunda olduğumu söylüyorlardı. Hayır, zamana ihtiyacım vardı! Oyuncuları, ligi tanımam gerekiyordu; nelerin işe yaradığını ve belli takımlara karşı nelerin işe yaramadığını çözmek ve buna göre bir uyum sağlamak zorundaydım. Uzun toplara alışmak, ikinci topları kazanmaya yönelik oynayan takımlara adapte olmak, faul vermeyen hakemlere uyum sağlamak; bu taklit edilemez. Hakemlere uyum sağlayabilmek için hâlâ zamana ihtiyacım var. Bir oyuncu topu almak için rakibini arkasından ittiğinde, burada bu faul olmuyor ve biliyorum ki İngiliz hakemleri değişmeyecek. Bu yüzden uyum sağlamaya ihtiyacım var.
Rakiplere bakmak zorundayız. Eğer uzun boylularsa, o zaman kalemizden mümkün olduğunca uzakta oynamamız gerekiyor. Savunmada derindeysek böyle takımlara karşı gerçekten zorlanıyoruz. Kısa boylu ama olağanüstü teknik kaliteye sahip oyuncularla oynuyoruz. Bu yüzden gelir gelmez Claudio Bravo'yu getirdim; böylece geriden oyun kurabilecek ve sahanın tamamında rakibe karşı sayısal üstünlük kurabilecektik. Bu, Barcelona akademisinde çocukken öğrendiğim bir şey. Ve önce oyuncu, şimdi de antrenör olarak bu inancımı farklı ülkelere taşıyorum.
Rusya'daki Dünya Kupası'nda fiziksel açıdan güçlü birçok takım, topla yetenekli takımlara karşı savunmayı geride kurarak oynadı. Ve topu dolaştırıp rakiplerini yormayı amaçlayan bu takımlar, karşılarında iyi organize olan ve fizik kondisyonları sayesinde ayakta kalan rakipler buldu. Bu durum geçtiğimiz sezon İspanya'da da görüldü. Kazanan takımlar daha az topa sahip oldular. Futbolda bir değişim mi yaşanıyor, yoksa bu sadece bir tesadüf mü?
Öncelikle bir ulusal takımın katıldığı turnuvadaki üç ya da dört hafta içinde hücumunu geliştirmek üzerine çalışabilmesi oldukça zor; çünkü bu çok zaman alan bir şey. 4-4-2 oynamak, savunma yapmak ve kontratak fırsatları kovalamak ise daha kolay; çünkü bu konularda mükemmelleşmek daha az zaman alır. Pozisyon oyunu oynamak ise çok daha karmaşıktır; çünkü her bir oyuncunun çok fazla bireysel rolü vardır.
Fakat İspanya topla oynayarak üst üste turnuvalar kazandı ve Almanya da aynı şekilde 2014 Dünya Kupası'nı elde etti. Ardından gelen Portekiz ve Fransa ise karşıt felsefelerle kazandılar. Geçtiğimiz sezonki Real Betis'e bakın. La Liga'daki her takımdan daha fazla topa sahip oldular; ama Avrupa bileti almayı bile başaramadılar.
Evet, ama bu topa nerede sahip olduğunuza bağlı. Pozisyon yaratıyor musunuz? Önemli olan bu. Üçüncü bölgede kararlı ve acımasız olmanız gerekir. City'de geçtiğimiz sezon Şampiyonlar Ligi'nde en fazla isabetli pas rekorunu kırdık; ama bunların yüzde 80'i iki stoperin arasındaki paslaşmalardı. Bu sayılar hiçbir şey değildir, hiçbir şey sayılmazlar ve hiçbir anlamları yoktur. Topa sahip olmak demek bu değil!
Topla hiçbir şey yapmıyorsanız, o zaman topa sahip olmanızın anlamı ne?! Dünyadaki herkes, ne zaman topla anlamlı bir şekilde oynadığınızı ve ne zaman sadece topla oynamış olmak için oynadığınızı bilir; çünkü topa sahip olmayı seversiniz. Topa sahip olmanızın içinde bir kıpırtı yoksa, bu hayat olmadan yaşamak gibidir ve böyle oynamak daha tehlikelidir. Kenarda bağdaş kurup oturarak, rakibin üzerimize gelmesini bekleyebilirim. Ancak hem bir insan hem de bir antrenör olarak inisiyatif almayı çok seviyorum; bu da rakip yarı sahada oynamak, rakip ceza sahasının içinde ya da çevresinde olmak ve gol şansları yaratmak anlamına geliyor.
Peki oyuncularınızın rakip ceza sahasının önünde bireysel olarak düşünmeye ihtiyaçları var mı?
Elbette kenardan her şeyi kontrol edemezsiniz. Mesela oyuncularıma geniş alana doğru oynamalarını bağırdığımda, bazen beklerin geriden geldiklerini görmüyorlar ya da o bölgede sayısal bir üstünlük kuramıyoruz, bu durumda merkezde daha iyi bir seçenek görebilirler. Her şeyi kontrol etmek imkânsız. Futbolda siyah ve beyaz diye bir şey yok, her türlü oyuncuya ihtiyacınız var. Fiziksel olarak güçlü oyunculara, topsuz olarak iyi hareket eden oyunculara, kalemizin 40 metre uzağında savunma yapabilen oyunculara ya da boştaki oyuncuya ne zaman ve nerede pas vereceğini bilen oyunculara ihtiyacımız var.
Benim bakış açıma göre iyi futbol nedir? Rakiplerin hareketlerini incelemek ve doğru kararı vermektir. Eğer top stoperimdeyse, kanat oyuncum rakibi kendine çekmek için ileriye çıkar ve böylece daha fazla alana sahip olan bekime doğru oynarız. Eğer bir stopersem ve rakip santrfor bana doğru yaklaşıyorsa, stoperdeki ekürimin benden daha fazla zamanı ve alanı var demektir, dolayısıyla topu ona doğru oynarım. Eğer yine bir stopersem ve ofansif orta saha oyuncumuz rakip orta saha oyuncusunu peşinde sürüklemek için derine gelmişse, o zaman artık boş alanda olan diğer orta saha oyuncumuza pas veririm. Pozisyon oyununun metodu budur. Rakibi hareket ettirirsiniz ve ardından sizin için en doğru kararı verirsiniz.
Genç oyuncular için oyunu aşırı profesyonelleştirdiğimizi düşünüyor musunuz? Çocukların sokaklarda özgürce oynamaları, kendilerinden büyük çocuklara karşı top sürmeleri için onlara daha fazla zaman bırakmalı mıyız?
Hayır, bence bir çocuğun top sürme yeteneği varsa, o zaman hayatı boyunca topa sahip olur; yalnızca topla ne zaman ne yapacağını bilmesi gerekir. Eğer top sürmek için daha rahat hissedecekleri yerler yaratırsak, bu gerçek olmaz. Akıllı oyuncular, etraflarında neler olup bittiğini ve oyunun nasıl geliştiğini bilirler; daima rakiplerinin, takım arkadaşlarının ve boşlukların bulunduğu yerlere göre hareket ederler.
Antrenmandaki prensiplerinizi ve önceliklerinizi nasıl belirliyorsunuz? Nereden başlıyorsunuz?
Bu bir döngü. Rakibe etkili bir şekilde önde baskı uyguladığınızda derinde savunma konusunda her zaman daha az zaman harcarsınız. Ve geriden nitelikli bir şekilde oyun kurduğunuzda oyunun geri kalanının akıcılığı da doğal olarak artacaktır. Elbette savunma yapmak zorundayız, ancak topa sahipken ilkelerimize sadık kalırsak oyun içinde savunma yaptığımız dakikalar daha azalır.
Geriden oyun kurmanın önemini ilk olarak Barça B takımıyla Üçüncü Lig'de öğrenmiştim. Her Pazar oynadığımız çok ama çok küçük sahalarda ve suni çim üzerinde geriden oyun kurmak zorunda olduğumuzu defalarca söylüyordum. Pazartesi günleri, "Burada geriden oyun kurmak imkânsız" derdiniz. Sonra Salı olduğunda, "Bu imkânsız, ama biraz daha az imkânsız" demeye başlardınız. Çarşamba ve Perşembe günlerinde ise ikna olur ve bu fikir üzerinde ısrar etmek zorunda kalırdık. Sezon boyunca bu şekilde, kaleciyi çok fazla kullanarak ve rakibi geriye yaslayarak oynadık; çok başarılı olduk. Biz bunu o sahalarda yapabildiysek, o zaman her ligde, her sahada bu uygulanabilir; ama elbette ısrar etmek ve oyuncuları ikna etmek zorundasınız. Alanlar orada, alanlar hep var. Futbol sahası çok ama çok büyük. Koskocaman. Saha içindeki kötü hareketlerimizle o alanları kapatıyoruz; ama aslında onlar orada duruyor. Bu yalnızca planlarımızı antrenmanda sürekli tekrar etmek, analiz etmek, yeniden seyretmek ve oyunculara anlatmakla alakalı: "Buradayken şu kararı ver, alan işte orada!" Oyuncuların bunu kendilerinin de görmeleri ve sonra da buna inanmaları gerekiyor. Bu yapılabilir bir şey.

Oyuncular, video analiz ekibiyle ne kadar mesai yapıyor? Sizin oyunculuk döneminizden bu yana oyuncular ile antrenörler arasındaki ilişkiler değişti mi?
Analiz çok önemli. Oyuncular kendi oyunlarını, saha içindeki hareketlerini gördüklerinde daha hızlı öğrenirler. Bazen bir oyuncuyla maç içindeki bir an hakkında konuşuyorum, ama iki hafta sonra hatırlamıyor. Ben de şöyle diyorum: "Endişelenme, hadi gidelim ve birlikte video görüntülerini bulalım." Bu inanılmaz; çünkü bu sayede oyuncu şöyle düşünür: "Kahretsin! Bana gösterdiği bu pozisyonda top oradan geldiğinde oyunun yönünü iki takım arkadaşımın olduğu bu yöne doğru çevirmem gerekiyordu."
Bu biraz Marcelo Bielsa'nın yoluna benziyor. Arjantinli bir oyuncu bana Bielsa'nın otel odalarına kadar girdiğini ve kendilerini video kliplerle bombardımana tuttuğunu söylemişti.
Ama bunu yapabilmek için oyuncularla güçlü bir ilişkinizin olmasına ihtiyacınız var. Bir kere size güvenirlerse, anahtar sizin elinizde olur. Onlara çok daha fazla bilgi verebilirsiniz; "Daha fazla geriden oyun kurma şansına sahip olmak, vücut açını doğru ayarlamak ve biraz daha derine oynayabilmek için topu arkadaki ayağına al, şimdi kanat oyuncusunun önündeki alana bak." Oyunun savunma safhasında rakibe sayısal üstünlük kurmak gibi en basit şeyler dahi oyununuzun geri kalanında çok daha fazla akışkanlık sağlayabilir.
Oyuncular, küçük şeylerin oyunlarını ne kadar etkileyebileceğini söylediğimde şaka yaptığımı düşünüyorlar. Onlara verdiğim mesajların çoğu kendilerini takım arkadaşlarından ve rakiplerinden ayırmakla ilgili. Onlardan beş oyuncuyu geçmelerini istemiyorum. Sürekli bir şekilde, "Vücut açını doğru ayarla, topu arkadaki ayağına al ve takım arkadaşının güçlü ayağına doğru pas ver" dedikçe de mesajlarım onları sıkıyor. Ama oyunumuzu daha pürüzsüz ve akıcı hâle getiren her zaman için en basit şeylerdir.
Elbette geçmiş maçlarımızı tamamen izlemeye vaktimiz yok. 10 ay boyunca her üç günde bir maçımız olduğunda antrenman için bile zamanımız olmuyor. Hatalarımızı düzeltmek için 10 - 15 dakikalık video kliplere bakıyoruz. Bu nedenle sezon öncesinde fiziksel çalışmaları çok az tutup, bunun yerine birçok taktiksel çalışmalar yapmamız önemli.
Günümüzde birçok antrenör devre aralarında video analiz yöntemini kullanıyor. Siz de bu antrenörlerden biri misiniz?
Evet. Oyun sırasında oyuncuların mesajlarımızı anlamaları zor olduğu ve devre arasında da yeterli zaman olmadığı için bu konuda birkaç planımız oluyor. Yine de temel prensipler aynı kalıyor. Rakiplerin nasıl oynadığı ya da geride dört yoksa beş oyuncuyla mı oynadıkları önemli değil. Her zaman için rakibe zarar verebileceğimiz iki veya üç alan oluyor. Eğer rakip tüm hatlarıyla merkezi savunuyorsa, o zaman biz de geniş alanlardaki kanat oyuncularını ararız.
Johan Cruyff'un yönetimi altında oynadığım günleri anımsıyorum. Bana her zaman şöyle derdi: "Topu kazandığında, hemen Romario'yu ara. Merkez kapalıysa, o zaman gözlerin kanat oyuncularını arasın. Rakibi kanatlarda bire birde yakalamalı, ardından sayısal üstünlük kurmalı, sonra ters kanada oynamalı ve rakip merkezde boşluk verene kadar böyle devam etmeliyiz." Ancak bir kanat üzerinden oynarken, diğer kanatta genellikle çok az takım arkadaşınız olur, bu şekilde hücum etmek fiziksel güç talep eder. Bazı takımlar kanat oyuncularımızı bekleriyle karşılayabilmek için 5-4-1 dizilişiyle karşımıza çıkıyor, orta saha oyuncuları savunma hatlarının hemen önüne yerleşiyor ve ilerideki tek santrfor da orta sahanın bir parçası oluyor. Bu tip maçlar stoperlerimizin kendi oyunlarını oynamaları açısından zor oluyor, çünkü sahadaki her oyuncu diğer takımın yarı sahasında yer alıyor. Topu kaybetsek bile ileri çıkmayı deneyip kontratak yapamıyorlar. Bu şu ana kadar gördüğüm en defansif futbol.
David Villa ve Thierry Henry gibi süperstarlar takımınıza katıldığında, onları pozisyon oyununuza dair ikna etmeyi başardığınızı görmüştük. Onlardan geniş alanlarda kalmalarını ve orada beklemelerini istemiştiniz, böylece Andres Iniesta ve Xavi Hernandez'in merkezden hücum edebilmesini sağlamıştınız. Bugüne dek fikirlerinize ikna edemediğiniz birçok oyuncuya rastladınız mı? Rastladıysanız, bununla nasıl başa çıkıyorsunuz?
Evet, biraz oldu. Büyük isimlerdi aynı zamanda. Sanırım istediğim şeylerin işe yaradığını ve bunları neden yapmalarını istediğimi anlamışlardı; ama yapmak istememişlerdi. Oyunun daha büyük bir parçası olmayı, her anın içinde olmayı istiyorlardı; bire birlerdeki becerilerini ve bireysel yeteneklerini göstermeyi arzuluyorlardı. Durmak istemiyorlardı.
Transfer ettirdiğiniz, ama tarzınıza ya da onlardan istediklerinize tam olarak adapte olamamış oyuncular var. Oyuncular hakkında referans toplamak üzere telefon görüşmeleri yapmak ve böylece ne tür insanlar olduklarını anlamaya çalışmak gibi şeylerle çok fazla uğraşır mısınız?
Evet, oldukça. Oyuncuların takıma nasıl yerleştiklerini ya da felsefeye nasıl uyum sağladıklarını asla kesin olarak bilemeseniz de, elimizden geldiğince bilmek istiyoruz. Bir oyuncuyu transfer ettiğimizde onun yeteneklerini sınırlamayı asla istemeyiz, ancak takım arkadaşları için alanlar yaratmaları ya da takım arkadaşlarının yarattığı alanları kapatmamaları gerekiyor. Bazıları sizi anlıyor, siz konuşurken kafasını sallıyor ve sonra, "Hayır. Bunu istemiyorum" diyor. Bu nedenle Thierry Henry ve David Villa gibi uyum sağlayabilecek karaktere sahip olan özel profilleri arıyoruz. Henry ve Villa, takıma yardımcı olmak için oyunumuzu öğrenmek ve buna dahil olmayı istediler. İkisinin de büyük bir hayranıydım. Tıpkı benim sevdiğim gibi kanatlarda bekleyip, ardından içe kat ediyorlardı. Topu geniş alanda al ve sonra rakip kaleye doğru saldır, sahanın bir köşesinde kendi kafana göre takılma. Şu anki Messi ve Jordi Alba gibi. Messi topu kanatta alır, içe doğru kat eder ve diyagonal bir pasla Alba'yı bulur. Bunu savunmak çok zor. Oldukça zor!
VAR sistemi Premier Lig'e bu sezon getirildi. Oyuncularınızın aleyhine kararlar verildiğinde, bunun takımı psikolojik olarak nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?
VAR sistemi bizi geçen sezon zaten mahvetmişti. Siz gol sevinci yaşarken golün iptal edildiği söylendiğinde bu sizin nefesinizi kesebilir, ama lehinize bir karar çıkarsa da tam tersi bir etki yaratabilir. Futboldaki en iyi aksiyon her zaman bir sonrakidir. Bu daima böyledir. Anın içinde yaşayamazsınız, her zaman bir sonraki aksiyona hazır olmalısınız. VAR bunun harika bir ispatı. Umarım oyuna adalet getirir. Ama insanlar VAR ekibinin kararını kabul etmezlerse, onu şimdiden ortadan kaldırabiliriz.

VAR'dan sonra en ufak faullere ya da topa elle temaslara penaltı verilmesinin takımları daha fazla hücum odaklı bir futbol oynamaya sevk edeceğini düşünüyor musunuz?
Açıkçası, evet. Şampiyonlar Ligi finalinin başlamasından birkaç saniye sonra verilen penaltıyı gördük. Ancak bu sadece VAR ile ilgili bir mesele değil; ne kadar fazla hücum ederseniz, ne kadar fazla pozisyona girerseniz, bu gibi şeylerin yaşanma şansı o kadar fazla olur. Buna karşın, 2009'da Iniesta'nın golüyle Şampiyonlar Ligi finaline yükseldiğimiz maçı hatırlıyorum, bütün maç boyunca tek şut girişimimiz oydu; üç yıl sonra ise otuz küsur şut atmış ve elenmiştik. Basitçe söylemek gerekirse, futbol bir olasılıklar oyunudur. Daha fazla hücum edersek ve topu her zaman kalemizden uzakta tutarsak, o zaman kaybettiğimizden daha fazla kazanırız. Bu yüzden rakibin yarı sahasında yaşamak istiyorum. Çünkü kendimi bu şekilde daha güvenli hissediyorum.
Bu anlayışınız, rakibi kontratak odaklı oynamaya ve savunmanızın arkasında boşluklar aramaya itiyor. Bundan kaçınmak için daha derinde oynamayı asla istemez misiniz?
Hayır. Bu tip bir oyundan hoşlanmıyorum. Bir takım geri çekiliyorsa, sahada işler onlar adına iyi gitmiyordur. Diğer takım topu ileriye doğru götürebilir, ikinci topları alabilir ve siz bütün maçı geride bekleyip endişelenerek geçirirsiniz. Leicester City ile yaptığımız maçı hatırlıyorum. Kasper Schmeichel'ın spektaküler bir top dağıtımının olduğunu, topu istediği yere gönderebildiğini ve kanat-beklerimizin arkasındaki boşluklarda Jamie Vardy'yi arayacağını biliyorduk. Oyuncularıma, "Beyler, bugün mahvolabiliriz; çünkü Schmeichel'ın nereye doğru oynayacağını bilmiyoruz. Bu yüzden onun beden dilini iyi okumalı ve hızlı hareket ederek onun vuruşlarına cevap vermeliyiz" dedim. Maçın ilk yarısında topa sahip olmadığımız anlarda kendimizi derinde oynarken bulduk; sonra önde basıp topu rakip yarı sahada kazanmaya başladık, böylece daha fazla pozisyon bulduk ve oyunu dikte ettik.
Bu benim için, "Barça'dayken asla kontratak yapmazdı" diyenlere benziyor. Messi kontralarda rakipleri mahvederdi! Ama Xavi ve Iniesta, kontratak oyuncuları değillerdi, onları adapte etmek zorundaydım. Şu an ise topu kovalamak ve çalmak konusunda bir canavar olan Kevin de Bruyne'ye sahibim. Bunu takımımız için kullanmayacağımı düşünüyorsanız, deli olmalısınız. Kontratağa bayılırım! Bu konuda bir model yaratmam. Ama evet, bu seçeneği her zaman için kullanırım. Barça'dayken topu kazanır kazanmaz merkezden çabuk bir şekilde hücum etmek isterdik. İnsanlar da, "Pep sadece bu şekilde oynuyor" derlerdi. Bu doğru değil. Elbette bazen daha direkt oynarız.
Bir diğer konu ise oyuncuların "topsuz oyun" ve "topsuz oyunda agresif olmak" gibi konularda çok eğitimli olması. Ama geriye yaslanıp rakibin üstümüze gelmesini beklersek, atıl bir durumun içine düşeriz. Bu şekilde agresif de olamayız ve topu geri kazandığımızda ağır bir şekilde oynarız.
Değişiklikleri ve yeni meydan okumaları seven bir adama benziyorsunuz. Barcelona'da sadece dört yıl kaldınız ve şimdi 2022'ye kadar sözleşme imzaladığınız City'de dördüncü yılınıza giriyorsunuz. Premier Lig ve City'de kalmak istemenizi sağlayan şey nedir?
Burada her şeyim var. Bana bunları veren başka bir yer bulamazdım. Txiki Begiristain gibi kariyerim boyunca yanımda olan, benim için çok önemli bir insana sahibim. Kazansam da kaybetsem de beni destekleyen bir kulüpteyim; ilk yılımda ligi üçüncü bitirdiğimizde kulübün bana yardım edebilmek için ne yapabileceklerini sorduğunu hatırlıyorum. Genç bir takımım var. Sevildiğimi hissediyorum. İngiltere'de eğer aynı formayı giyerseniz, kazansanız da kaybetseniz de size kendinizi ailenin bir parçası gibi hissettiren bir kültür bulunuyor.
Oyunun ekonomik tarafı nedeniyle Avrupa'daki diğer büyük liglerde olduğu gibi Premier Lig'de de güçlü kulüplerle diğerleri arasındaki fark giderek derinleşiyor. Avrupa Süper Ligi’nin gerçekleşmesine yaklaştığımız için endişeleniyor musunuz?
Hayır. Avrupa Süper Ligi asla olmayacak. Bu iyi olmaz. Her şehirde büyük bir futbol kültürüne sahip olan İngilizler buna asla müsaade etmeyeceklerdir. Konferans Ligi, Birinci Lig ya da İkinci Lig maçlarını izlerseniz, bütün stadyumların dolu olduğunu görürsünüz. İngilizler oyunun bu yönüne çok özen gösteriyor ve taraftarlara büyük saygı duyuyorlar. Burada oyuna başka hiçbir yerde görmediğim bir sevgi var.
2019'daki iki Avrupa finaline de İngiliz takımları katıldı. Önümüzdeki birkaç yılda da bu seviyede bir egemenlik kurabileceklerini düşünüyor musunuz?
İspanya geçtiğimiz 10 yıl boyunca egemenlik kurmuştu, ama İngiltere alt yaş kategorilerinde turnuvalar kazanan takımlarıyla ve A Milli Takım'ın Rusya'daki Dünya Kupası'nda yarı finale yükselmesiyle mesafe kat ettiğini gösterdi. İngiliz takımlarının geçmişte yaşadıkları sorunun yeterince iyi olduklarına inanmamaları olduğuna inanıyorum, geçen yılki Avrupa müsabakaları ise onlara bu inancı verdi. İngiliz futbolunun geleceği hakkında çok iyimserim. Çok iyi hazırlanmış ve oldukça cesur yeni nesil antrenörlere sahipler. İyi ve kötü futbol arasındaki farkın, cesur ve cesur olmayan antrenörlerle bir ilgisi olduğunu düşünüyorum. Bence genç ve en alt kademeden gelen yeni jenerasyon antrenörler, bize iyi ve yapıcı bir futbol armağan edecekler. Sahadaki iki takım da hem oyun hem de galibiyet için her şeylerini verdiklerinde, ortaya her zaman iyi bir oyun çıkar.
Brexit'in antrenör Pep Guardiola ve ailesiyle birlikte Birleşik Krallık'ta yaşayan Pep Guardiola için anlamı nedir?
Dürüst olmak gerekirse endişe verici buluyorum. Bunun nasıl başlayacağını ve hatta gündelik hayatımızda nelerin değişeceğini kimse bilmiyor. Katalan bağımsızlık hareketine benzer şekilde, bunun nasıl işleyeceği ya da devam ederse gerçekte ne olacağı hakkında kimsenin bir fikri bulunmuyor. Açıkçası ikisinin de nasıl sonuçlanacağını bilmiyorum.
Barcelona'nın mevcut takımının omurgasını Gerard Pique, Sergio Busquets, Lionel Messi ve Luis Suarez'den oluştuğunu söyleyebiliriz. Bu takımın önde basabileceğini, kendi kalesinin 40 metre uzağında savunma yapabileceğini ve bunu yapmak için gereken enerjiyi koruyabileceğini düşünüyor musunuz?
Evet, düşünüyorum. Telefonda ya da birbirimizi gördüğümüzde Ernesto Valverde ile oyun hakkında çok konuşurum. Takımından ne istediğini tam olarak biliyor. Dışardan bir gözle seyrediyorum ve kesinlikle takımının kendi istediği gibi oynamasını sağladığını düşünüyorum. Unutmayın, bu son 11 La Liga şampiyonluğunun sekizini kazanan bir takım! Bu sayılardan kimin şüphesi olabilir?
"Avrupa'da sadece çeyrek finale ya da yarı finale yükselebiliyorlar" demek çok kolay. Bu turnuvaların sonucunu küçük anlar belirliyor; her şey kaçan bir pozisyona ya da bir hataya bakıyor. Bu takım son 11 La Liga şampiyonluğunun sekizini kazandı; çünkü her üç günde bir sahaya çıkacak enerjiye sahipler. Böyle bir takım hakkında eleme turlarında aldıkları sonuçlar üzerinden şüphe duyamayız. Anfield'da turu geçebilselerdi, belki de şu an üç kupayı kazanmış bir takım hakkında konuşuyor olacaktık.
Barça'da antrenörlük yapmak hiç kolay değildir. Diğer takımların antrenörleri dahi ne yapmam gerektiğine dair yorumlar yaparlar ve bu beni hâlâ çok kızdırır. Onlar ne biliyorlar ki? Antrenmanlarımızda yoklar, öz güven sorunu yaşayan, eşinden boşanmaya hazırlanan ya da evinde sorunları olan oyuncularla ilgilenen onlar değil. Bir oyuncunun performansını etkileyebilecek milyonlarca şey var ve dışarıdaki insanlar bunun hakkında hiçbir şey bilmiyor.
Her şeyin daha fazla takipçi ve beğeni kazanmakla ilgili olduğu günümüz dünyasında, kendi ligini kazanmaktan ziyade Şampiyonlar Ligi’ni kazanmaya daha fazla değer atfediliyor. Sizin Şampiyonlar Ligi'yle ilişkiniz nasıl? Şampiyonlar Ligi'ne ne kadar değer veriyorsunuz?
Her yıl turnuvanın ilk maçında kendi kendime, "Vay be! Şampiyonlar Ligi'nde olmak ne kadar güzel!" diyorum. Grup aşamasından eleme turlarına kadar her anını seviyorum. Geçen sezon elendiğimizde içimden, "Kahretsin! Ajax ile Johan Cruyff Stadı'nda oynamak hayatımın yarı finali olurdu!" diye geçiyordu. Buna karşın lig ise daha farklı. Şampiyonlar Ligi'nde kaybettiğinizde iki ya da üç gün için kötü hissediyorsunuz; ama ligde Pazar günkü maçınızı kazandığınızda, sonra hemen Çarşamba günkü maçı aklınızdan geçiriyorsunuz. Pazartesi ve Salı günleri etrafta heyecanla dolanıp, "Bu ne kadar harika?!" diye düşünüyorsunuz.
Spor bu demektir; bir sonraki maça hazırlık yaparken elde ettiğiniz zaferlerin tadını çıkarma sanatı. Kazandığınızda her şey mükemmeldir. Lig ise bitmek bilmez. Örneğin, Şubat ayında şampiyonluk yarışının dışında kaldıysanız, bir hiçsinizdir. Bu korkunç bir şeydir. Neyse ki, bu çok fazla başıma gelmedi, ama bu durumda oyuncularınızı nasıl motive edebilirsiniz ki? Yani sonuç olarak, işimi seviyorum ve lig şampiyonluğu unvanının en iyi takıma verildiğini biliyorum. Dolayısıyla bunu kazanmışsam, hak etmişimdir.
Çeyrek finali, sonra yarı finali ve ardından finali kazanıp kazanmayacağımızı görmek için tüm yılımı harcamayacağım. Elbette, yarıştığımız her turnuvayı kazanmaya çalışacağız; ancak lig bizim daha zinde olmamızı sağlıyor ve ben daha zinde olmak istiyorum. İşimi seviyorum. Eve gidip ailem ve arkadaşlarımla birlikte hayatın tadını çıkarmak ve "Bir sonraki maça nasıl hazırlanabilirim?" ya da "Son maçı neden kazandık?" diye düşünmek istiyorum. Ligi kazanmak bunu yapabilmemizi sağlıyor.

En fazla maç kazanma rekorunu elinde bulunduran antrenör sizsiniz ve bu galibiyetlerin pek çoğunu Barcelona'da kazandınız. Sporda kaybetmek normal bir şeydir; ama siz bir kültürü değiştirdiniz ve yeni nesil Barcelona taraftarlarını kaybetmeyi beklemeyen insanlara dönüştürdünüz. Bu size kendinizi nasıl hissettiriyor?
Bu sadece Barça'ya özgü bir şey değil. Madrid'de de böyledir ya da Arjantinli insanlar da, "Kazanmamız gerekiyor! Diğerleri bizim gibi hazırlanmıyor, bizim gibi gözlem yapmıyor. Onlar kazanmayı hak etmiyor!" diye düşünürler. Bu çılgınlık. Ne zaman bir maç kaybetseler, bu onlar için dünyanın sonu gibidir.
Bayern Münih'teyken, "Başarısız oldun!" diyorlardı. Ben de, "İyi o zaman. Tebrikler" derdim. Aynısı Şampiyonlar Ligi'ni kazanamadığımda City'de de yaşanıyor. Kulübün tarihinde şimdiye kadarki en büyük başarısı yarı final, gidebildiği en uzak nokta bu. Ve ben Şampiyonlar Ligi'ni kazanamadığımda başarısız oluyorum, öyle mi? Peki kazandığımız iki Premier Lig şampiyonluğu ne olacak? Peki ya edindiğim arkadaş sayısı? Şampiyonlar Ligi finaline ulaşmak için neleri feda edebileceğimi hayal bile edemezsiniz; ama Tottenham bunu hak etmişti. Liverpool bunu hak etmişti. Barça ve Ajax finale çıkabilseydi, o zaman onlar da hak etmiş olacaklardı. En nihayetinde spor böyle bir şey. Ajax karşısında Tottenham kalecisi ileriye uzun toplar gönderdi, bu topları iyi yerlere indirdiler ve goller buldular. Top sola, sağa ya da başka bir yere inseydi, o zaman finale yükselen taraf Ajax olacaktı. Bu futbol. Kaybetmişsek kaybetmişizdir. Bunu çocuklarımıza öğretmemiz önemli. Çünkü bazen başkaları da kazanmayı hak ederler.
Bir oyuncuyu fiziksel, taktiksel, teknik açılardan analiz ederken, işin zihinsel tarafına ne kadar önem verirsiniz? Bir oyuncudan bir lider yaratabilir misiniz, yoksa oyuncu bu özelliğe doğuştan sahip mi olmak zorundadır?
Evet, bir oyuncunun tabiatındaki psikolojik hasletlere dikkat ederim, ancak zaman geçtikçe oyuncu hakkında daha fazla şey öğrenmek daima daha kolaydır. Bu konuda yardımcı olan şey deneyimdir. Geçmişte oyunculardaki liderlik becerilerinin ortaya çıkmasını sağlamaya çalıştım; ancak takım arkadaşlarından daha fazla şey talep eden ya da sadece işini yapıp evine gitmek isteyen oyuncuların olduğu da bir gerçek.
Önceleri oyuncuları dürtüklemeye, içlerindeki çeşitli sosyal becerileri ortaya çıkarmaya ve soyunma odasında her şeyi kontrol etmeye çalışırdım. Şimdilerde ise bir adım geri atmış durumdayım, doğal atmosferi bozmamayı ve oyuncuların kendileri olmasına izin vermeyi tercih ediyorum. Futbol hakkında en sağlıklı ve güzel şey bu; çünkü günün sonunda, hepsi kazanmak ve işini iyi yapmak istiyor. Daha önce oyuncuların kötü şeyler yapmak istediği bir soyunma odasında hiç bulunmadım, bu yüzden soyunma odası her zaman kendi başının çaresine bakar.
Yıllar boyunca birçok farklı karakteri görmüş olmalısınız. Takım seçimlerinizi oyunu seven, konuşurken gözünüzün içine bakan ve daima gelişmek isteyen türden insanlara göre mi yaparsınız?
Tam olarak takım seçimlerinde değil. Demek istediğim, hepsinin oyunu sevdiğini düşünüyorum; ama bazıları kesinlikle diğerlerinden daha çok seviyor. Örneğin bir antrenmana başlamadan önce, sahada koşmaya ya da hemen topla oynamaya başlayan oyuncular vardır. Diğerleri ise ayakta uyurlar, bazıları yağmur mu yağıyor diye gökyüzüne bakarlar. Dolayısıyla evet, oyunu seven oyuncuları seviyorum.
Bu dünyada oyunu diğerlerinden daha çok seven insanlar var. Söylediğim gibi, herkes seviyor; ama bunun için yaşayanlar var: Sürekli maç izliyorlar, bana sorular sorup duruyorlar. Bu tür insanlarla çalışmak harika bir şey; çünkü birbirimizi besleyebiliyoruz. Hayatta asla, "Bu böyledir!" demem. Etrafımdaki insanlarla konuşmayı ve fikir alışverişinde bulunmayı severim.
Bence antrenörlük budur; size kafalarında şüpheyle gelen oyunculara yardımcı olmak, "Bunu bir dene, senin için iyi olabilir" demek. Kim olduğunuz önemli değil. Geçmiş geçmiştir. Bir antrenör ya da oyuncu olarak yeni bir takıma geldiğinizde, "Ben üç defa Şampiyonlar Ligi'ni kazandım" diyebilirsiniz. N'olmuş yani? Hâlâ bir sonraki maçı kazanmamız gerekiyor.
Size Johan Cruyff hakkında bir soru sormak istiyorum. Ajax ve Barcelona'nın Şampiyonlar Ligi yarı finalindeki rövanş maçlarında defansif olarak sıkıntı çekmiş olmalarından dolayı, insanların bunun nedenini Cruyff'un felsefesinde aramalarından endişeleniyor musunuz?
İnsanlar Cruyff'un felsefesinin öleceğini düşünüyorlarsa, bu kafalarının sanılandan çok daha fazla bulandığı anlamına gelir. Kazandıkları maçlarda Ajax'ın oyununda onun düşüncelerinden izler gördük; fakat bu zaten uzun yıllardır yaptıkları bir şey. Bazen kazanır, bazen kaybederler; ama Cruyff asla ölmez. Asla.
Cruyff benim de içinde bulunduğum pek çok oyuncuyu eğitti, biz de onun yolunu başkalarına öğreteceğiz ve onlar da bu silsileyi devam ettirecekler. Bu söylediklerim, Cruyff'un takımlarının her zaman kazanacağı anlamına mı geliyor? Hayır, bunu hiç düşünmedim. Kaybetmek üzerine asla düşünmem; ama Cruyff'un yolu bana kazanmaya nasıl hazırlanılacağını öğretti. Onun bize gösterdiği bu futbol anlayışını daha önce hiç görmemiştim. Başardığı şeyler onu futbol tarihindeki en önemli insan yapıyor. Bir adam düşünün ki; hem bir oyuncu hem de bir antrenör olarak iki farklı kulübü birden değiştiriyor. Hollanda gibi küçük bir ülkeden bir kulübün başına geçip Avrupa futboluna hükmetmek, sonra Barcelona'ya gidip kulübün bütün kültürünü değiştirmek... Bu eşi benzeri görülmemiş bir şey.
Çeviren: Onur Özgen
(Röportajın orijinaline buradan ulaşabilirsiniz)
