ÖZEL RÖPORTAJ | Onur Özgen @ozgenonur & İlker Yılmaz @ilkeryilmazz
Antrenörlük kariyerinde en uzun süre çalıştığı takım olan Sivasspor'a altı yıl sonra geri dönen Rıza Çalımbay, kırmızı-beyazlılardaki ikinci dönemine harika başladı.
Sivasspor, Süper Lig'de 2019 yılını lider olarak bitirirken, oynadığı etkili kontratak futboluyla da iz bırakmayı başardı.
Antalya'daki devre arası kampında Goal Türkiye ve Mackolik editörlerinden Onur Özgen ve İlker Yılmaz'a konuşan Çalımbay, takımın ilk yarıdaki başarısından, ikinci yarıdaki hedeflerinden ve taktik anlayışının inceliklerinden söz etti.

Hemen hemen gittiğiniz her kulüpte çok iyi yabancı transferler yapıyorsunuz. Son dönemde Kasımpaşa’da David Pavelka, Trabzonspor’da Filip Novak gibi örnekler var. Sivasspor’da da bir alt ligden Aaron Appindangoye’yi buldunuz, Ligue 2’den Mamadou Samassa’yı transfer ettiniz. İkisi de kendi pozisyonlarında ilk yarının en iyi oyuncularından oldular. Transfer işinde nasıl bir yol izliyorsunuz? Oyuncuları bizzat kendiniz mi izliyorsunuz ya da kendi ekibiniz mi var?
Boş zamanımızı maç seyrederek iyi değerlendiriyoruz. Özellikle oyuncuları canlı seyretmeye çalışıyoruz. Bazen çalışmadığımız zamanlar ya da milli maç araları oluyor; bu dönemleri kaçırmıyoruz. Scout ekibim yok. Kulüplerin ise bazılarının scout ekibi oluyor, bazılarının olmuyor. Ben kendi yardımcılarımı maçları izlemeye gönderiyorum. Onlar benim ne tarz bir oyuncu istediğimi ya da nasıl bir futbol oynatmak istediğimi çok iyi bildikleri için buna göre oyuncu bakıyorlar. Menajerlerden de oyuncu önerileri alıyoruz. Bazen bunları da gidip seyrediyoruz; ama bazen menajerin söylediği oyuncuyu değil de rakip takımdaki başka bir oyuncuyu beğeniyoruz. O zaman onu takip etmeye başlıyoruz.
Bir oyuncu alırken çok dikkat ediyoruz. Örneğin şu anda Antalya kampının beşinci günündeyiz. Beş günden beri sürekli maç seyrediyoruz; çünkü üç oyuncu almamız gerekiyor. Bir de elbette kulübün bütçesine göre hareket ediyoruz. Buna göre de ucuz ama kaliteli oyuncuları bulup almaya çalışıyoruz. Dediğiniz gibi Samassa’yı Ligue 2’den aldık, Appindangoye’yi de bir alt ligdeki Ümraniyespor’dan transfer ettik. Oyuncuların geldiği kulüplerin seviyesinin bizim için bir önemi yok, yeter ki oyuncu iyi olsun. Örneğin geçmişte Bulgaristan’dan Aatıf Chahechouhe’yu almıştık. Orada çok cüzi bir para karşılığında oynuyordu. Buraya geldiğinde kimsenin bilmediği bir oyuncuydu; ama çok başarılı oldu. Sivasspor’da gol krallığı yaşadı ve Fenerbahçe’ye kadar geldi.
Gittiğiniz kulüplerde genellikle tek senelik sözleşmeler yapıyorsunuz. Bunu siz mi istiyorsunuz, yoksa bu Türk kulüplerinin kısa vadeli politikalarından mı kaynaklanıyor? Gelecekte uzun vadeli sözleşmeler imzalamak ister misiniz?
Öncelikle Türkiye’de uzun vadeli sözleşmeye inanmıyorum. Milli Takım'da uzun süreli bir sözleşme yapabilirsiniz; ama ben şu ana kadar Türkiye’de herhangi bir kulüpte beş yıllık sözleşme yapıp bu süreyi dolduranı görmedim. En son olarak Başakşehir, Abdullah Avcı ile beş yıllık bir anlaşma yaptı; altıncı ayında ayrılıp Beşiktaş’a gitti.
Ben daha önce Sivasspor, Eskişehirspor ve Kasımpaşa’da üç yıllık sözleşmeler yaptım; bir tek Sivasspor’da bu üç yılı bitirebildim, Eskişehirspor’da ona yakın bir süre kaldım; Kasımpaşa’da ise şampiyonluğa oynayacağız diye beklerken bir anda şartlar değişti, kulüp küçülmeye gitmeye karar verdi, hedef kalmayınca biz de ayrılmak zorunda kaldık. Bunun için uzun süreli sözleşmelere inanmıyorum. Bir yıllık sözleşmeler yapıyorum; kulüp benden memnunsa devam ediyorum ya da ben memnun değilsem devam etmiyorum. Memnunsam da neden ayrılayım? Kulüpte ters giden bir şeyler varsa sözleşmem devam ediyor diye illâ durmak istemem. Üç yıllık sözleşme yapıp, altı ay sonra ayrılırsam kalan paramı almak gibi şeylerin peşinde de değilim. O yüzden birer yıllık sözleşmeler yapıp, herkes memnunsa sözleşmeyi bir yıl daha yenilemekten yanayım. Sivasspor’da da daha önce birer yıllık sözleşmeler yaptım ve bu şekilde üç yıl kaldım.
Gerçekçi bir bakış açısıyla yaklaşıyorsunuz.
Tabii ki. Bazı şeyleri zorlamamak lâzım. Kendinizi de zorlamamalısınız.
Kamuoyunda sizinle özdeşleşen bir cümleniz var; “Çok basit goller yedik” diye. Bu sezon ise genellikle çok basit goller kaçırmaktan yakınıyorsunuz. Bu durumu antrenörlük kariyerinizde bir kırılma olarak görebilir miyiz?
(Gülüyor) Yok yahu! Sosyal medya çıktığından beri bazen ne diyeceğimi şaşırıyorum. Örneğin geçen gün, “Lig çok zorlu geçecek” diye bir tweet attım, bunu Zorlu’daki toplantıya bağladılar. İnsanlar söylediğimiz şeyleri nasıl bu kadar değiştiriyorlar hayret ediyorum. Benden açıklama yapmamı istiyorlar. Neyin açıklamasını yapayım? Ligin zorlu geçeceğini söylüyorum işte.
“Basit gol yiyoruz” sözüme gelince; basitin ne anlama geldiğini sanırım biliyorlardır. Basit, basit demektir. Bu kelimeyi saha içinde gereksiz ya da yapılmaması gereken bir şey yaptığımızda kullanıyorum. Bunu başka şekilde nasıl ifade edebilirim ki? Sanırım bende kusur olarak başka bir şey bulamıyorlar, bula bula bunu buluyorlar. Kendi kendilerine konuşuyorlar. Ben bunu ne kafama takıyorum ne de bunun üstünde duruyorum. Bence sizde durmayın, vaktinize yazık.
O zaman üstünde durmaya değer şeyler üzerine konuşalım. Önceki sezonlarda da topsuz oyun odaklı, kontratak açısından güçlü takımlarınız vardı. Bu sezon da ligin en iyi kontratak takımı sizin takımınız. Opta’nın gelişmiş ölçümlerine göre; ikinci bölgede başlayan, maksimum üç pasta rakip kaleye gidilen ve sonu şutla biten 52 atağınız var. Bu 52 atağın 8’ini de golle sonuçlandırmışsınız. Bu metriğe göre Süper Lig ve Avrupa’nın beş büyük liginde sizi geçebilen tek takım Atalanta; onların da maç fazlası var. Kısacası bu veri, sizin Atalanta’yla birlikte Avrupa’nın en iyi kontratak takımı olduğunuzu söylüyor. Bir de sanki bu sezon, önceki takımlarınıza göre daha önde basan bir yapıya sahipsiniz. Bu durum oyuncu özelliklerinden mi kaynaklanıyor, yoksa kendi stratejinizde bazı değişikliklere mi gittiniz?
Aslında ben takımlarımın hep önde basmalarını istiyorum. Takımlarıma hep hücum ağırlıklı bir futbol oynatıyorum; ama bunu kimse fark etmiyor. Size bir örnek vereyim; geçmişte Antalyaspor’un başına geldiğimde iki puanları vardı ve sonuncu sıradalardı. Kulübe gittiğimde başkan da dahil olmak üzere herkes bunalımdaydı. Peki sadece iki puanınız varken ligde kalabilmek için ne yapmanız gerekir? Hücum futbolu oynamanız ve bir galibiyet serisi başlatmanız gerekir, öyle değil mi? Deplasmanda da içerde de her maçı yenmek için oynamanız gerekir. Biz o sezon Antalyaspor’da ligi beşinci sırada bitirdik. Denizlispor’u da küme düşmemek için oynarken devraldık, aynı şekilde oynadık ve yine ligi beşinci sırada bitirip Avrupa kupasına gittik. Fakat kimse bunları nasıl yaptığımızı araştırmadı.
Benim oynattığım futbol her zaman hücum odaklıdır. Savunmayı dahi hücum bölgesinde başlatırım. En iyi savunma, topu kendi kalenizin uzağında tutmaktır. Ancak benim elimi kolumu bağlayan kulüpler oluyor. Bazen istediğiniz oyuncular elinizde olmuyor, yapamıyorsunuz, mecburen taktiksel değişikliğe gidiyorsunuz ve başka bir oyuna yöneliyorsunuz. Ama prensip olarak kapanıp rakibin üstümüze gelmesini beklemeye inanmıyorum; bunu riskli bir şey olarak görüyorum.
Bu sezon yapmayı denediğimiz şeye gelince; öncelikle sizin dediğiniz gibi çok hızlı çıkmaya çalışıyoruz. Bu anlamda deplasmanlarda daha fazla gol pozisyonuna giriyoruz. Daha dikkatli olmamız gereken şey ise son paslarımız. Bu son pasları daha iyi yapabilseydik, sizin söylediğiniz metrik daha da yukarılarda olabilirdi.
Ama galiba bu sezon elinizde olan oyuncular, geçtiğimiz sezonlarda çalıştırdığınız takımlardaki oyunculara göre oynatmak istediğimiz futbola daha uygunlar.
Yüzde 80 öyle. Hâlâ iki-üç takviye yapmamız gerekiyor; ama her kulüpte istediğiniz oyuncuyu alma şansınız bulunmuyor. Aksi takdirde kulübün maaş dengesini bozmuş oluyorsunuz. Bu yüzden dengeli ilerleyip, takıma uyabileceğini düşündüğümüz iki-üç takviyeyle transfer dönemini kapatacağız.
Süper Lig'de topa yüzde 60’tan fazla sahip olan yalnızca üç büyükler. Diğer takımlar ise daha çok topsuz oyun odaklı planlara sahipler. Fakat buna karşın üç büyüklerin hücumda üretim problemi yaşadıklarını, topa daha az sahip olan bazı takımların ise sonuca daha kolay gidebildiklerini görüyoruz. Bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?Bizde pek olmasa da Anadolu takımları büyüklerle oynadığında genellikle savunmaya çekiliyor, bu da büyüklerin daha fazla topa sahip olmasına neden oluyor. Çok sayıda pas yapıyorlar; ama bu tek başına önemli değil. Örneğin bu sezon yüzde 40’la topa sahip olduğumuz; ancak iki-üç farkla kazandığımız maçlar oldu. Büyük takımlar genellikle pas oyununu oynamaya çalışıyorlar; ama ne kadar pas yaptığınız çok önemli değil. Ben de takımıma geride pas yaptırabilirim, ileriye gitmemelerini söylerim ve bu şekilde istediğimiz kadar pas yapabilir, topa sahip olabiliriz; ama maçtan mağlup ayrılırız. Sürekli pas yapmak, devamlı yana oynamak ve rakip kaleye gitmemek iyi bir şey değil. Futbolda önemli olan golü bulmaktır. Golü bulduktan sonra rakip zaten üstünüze daha çok gelir ve daha fazla alan yakalarsınız.
Yeni Malatyaspor'u deplasmanda mağlup ettiğiniz maçın ardından Sergen Yalçın kendisinin bu güne kadar takımlarına hücum futbolu oynattığını; ama Türk futbolunda bunun bir şey kazandırmadığını ve bu yüzden özellikle deplasmanlarda artık kendilerinin de savunma ağırlıklı bir futbol oynayacaklarını açıkladı. Yalçın'ın bu tespiti hakkında ne düşünüyorsunuz?
Onun kendi düşüncesi, bir şey diyemem. Kendi takımını ve oyuncularını elbette daha iyi tanıyordur ve buna göre oyun düzenini değiştirme kararı almıştır. Ama ben kadrolarının iyi olduğunu ve iyi oyunculara sahip olduklarını düşünüyorum. Hücum açısından daha iyi oyunculara sahipler. O yüzden bence hücum ağırlıklı bir futbol oynamaları daha iyi olur. Özellikle deplasmanlarda çok tehlikeli bir takım. Kendi takımım adına ise içerde de dışarda da kazanmak için oynadığımızı söyleyebilirim. Örneğin ligin ilk yarısında gol atmadığımız tek bir maçımız bulunmuyor.
Ligde iki gol barajını geçen iki takımdan birisiniz şu anda.
Evet. Yeterli sayıda gol pozisyonuna giriyoruz. Ama ligin ikinci yarısında bunun biraz daha üstüne çıkmamız gerekiyor.
Massimiliano Allegri geçtiğimiz aylarda verdiği bir röportajda, kontratak futbolunun geri dönüşünü gözlemlediğini söylüyordu. Bu sezon Süper Lig'in en etkili kontratak futbolunu oynayan takımın antrenörü olarak Allegri'nin bu gözlemine katılıyor musunuz?
Çok katılmıyorum. Bence bu tamamen elinizdeki oyunculara bağlı bir durum. Elinizde kontratağa uygun oyuncular varsa, kontratak çok güzel bir şeydir! Ama o oyunculara sahip değilseniz ve buna rağmen kapanıp kontratağa çıkmayı denerseniz, elde edeceğiniz sonuç muhtemelen kötü olacaktır. Kanat oyuncularınız ve forvetiniz çok hızlıysa, orta sahadan da ileriye desteğe giden oyuncularınız varsa kontratak süper bir şeydir, evet! Ama bunu da her zaman yapamazsınız. Bir maçta yaparsınız, iki maçta yaparsınız, üçüncü maçta rakip size karşı her türlü tedbiri alır. Sergen, “Biz hücum futbolu oynuyoruz ama bu şekilde sonuç alamıyoruz” demiş ya, belki de o yüzden sonuç alamıyordur.
Bana göre elinizde hem kontratağa hem de dar alanda oynamaya uygun oyuncuların olması gerekiyor. Bazen rakip öyle bir kapanıyor ki, boşluk bulamıyorsunuz. Örneğin burada Waldhof Mannheim adında bir Alman takımıyla hazırlık maçı yaptık. Mükemmel bir oyun disiplinleri vardı, takım hâlinde bütün alanları tıkır tıkır kapattılar ve boşluk bulamadık. O zaman bu duruma göre de çalışmanız ve bir çözüm bulmanız gerekiyor.
Biraz önce büyük takımlara karşı oynayan takımların hep kapandıklarını konuştuk; o zaman elinizde bu duvarı aşabilecek, aradan girebilecek ya da isabetli ortalar yapabilecek teknik oyuncuların olması lâzım. Örneğin Beşiktaş’taki oyunculuk dönemimde çok dişli Anadolu takımlarıyla karşılaşıyorduk, tamamen kendi kalelerinin önünde kapanıyorlardı; ama biz sabırlı bir şekilde oynayıp bir şekilde kilidi açıyorduk. Hele bir de golü erken bulursak, mecburen açılıyorlardı ve farklı kazanıyorduk.
Bu son anlattıklarınıza paralel olarak hem Süper Lig hem de Avrupa'nın beş büyük liginde şampiyonluğun yolunun topa sahip olmaktan geçtiğini söyleyebiliriz. Son yıllarda bu durumu değiştiren sadece iki takım vardı; Diego Simeone'nin Atletico Madrid'i ve Claudio Ranieri'nin Leicester City'si. Peki ilk yarıyı yüzde 47 topa sahip olma oranıyla lider tamamlayan Sivasspor da bu iki takımın devamcısı olabilir mi?
Olabilir. Ligin ilk yarısındaki düzenimizi aynı seviyede devam ettirmemiz gerekiyor; ama biraz önce de söylediğim gibi oynadığımız oyunun üstüne çıkmamız lâzım. Bulduğumuz gol pozisyonlarını boşa harcamamalıyız. Devre arasında bütün takımlar takviye yapmaya çalışıyor ve bir kısmı oyun düzenlerini değiştirecek. Ayrıca ikinci yarıda telafisiz maçlar oynanacak ve her takım risk almak zorunda kalacak. Bu yüzden çok dikkatli olmalıyız.

Yıllarca Beşiktaş'ta oynadınız, kaptanlığını yaptınız ve hatta Beşiktaş tarihinin en fazla forma giyen oyuncusu oldunuz. Ardından Beşiktaş'ta antrenörlük de yaptınız ve yıllarca birçok Anadolu takımını çalıştırdınız. Dolayısıyla her iki tarafı da çok iyi bilen biri olarak, üç büyüklerle Anadolu takımları arasındaki makasın daralmasının sebebini ne olarak görüyorsunuz? Sizce bu durumun esas nedeni üç büyüklerin zayıflaması mı, yoksa Anadolu takımlarının güçlenmesi mi?
Bunun her şeyden önce ekonomiyle alâkalı olduğunu düşünüyorum. Artık Anadolu takımları galibiyet başına gelir elde ediyor. Bu durum Anadolu takımlarının da para harcayabilmelerini ve güçlü takımlar kurabilmelerini sağladı.
Öte yandan teknoloji çok gelişti. Wyscout diye bir sistem sayesinde bütün dünyayı gözlemleyebiliyorsunuz. Oyuncuları seyretmeniz ve bulmanız artık çok daha kolay. Çok iyi bir ekibe sahipseniz, çok kaliteli oyuncular bulabiliyorsunuz. Bu yüzden artık Anadolu takımlarındaki yabancı oyuncuları üç büyükler transfer etmeye başladı. Kendileri bulamıyorlar, bizim çok ucuza bulduğumuz oyuncuları aşırı meblağlar karşılığında transfer ediyorlar.
Tüm bunlar ise Anadolu takımlarının daha cesaretli olmalarını sağlıyor. Artık hiçbir Anadolu takımı büyüklerden korkmuyor. Düştü gözüyle bakılan Kayserispor, Fenerbahçe'yi yendi. Ankaragücü, Galatasaray deplasmanında maçı 2-0’dan 2-2’ye getirdi. Biz de Galatasaray’a karşı İstanbul’da 10 kişi kaldık; ama bir kişi eksik olmamıza rağmen hiç korkmadık ve beraberliği son saniyede atamadığımız golle kaçırdık.
Son olarak ise VAR sistemine değinmek lâzım. Bu sistem iyi kullanıldığı zaman sahadaki iki takımı da eşitliyor. Eskiden ofsayt gerekçesiyle kesilen ataklarımız oluyordu; ama şimdi VAR’a gidilebiliyor.
Peki ligdeki rekabet artışının beraberinde kaliteyi de yükselttiğini düşünüyor musunuz?
Geçen sezon ligin kalitesi bence kötüydü. Fenerbahçe iyi durumda değildi ve şampiyonluğa oynayan takım sayısı oldukça azdı. Ama bu sezon öyle değil. Biz şu an lideriz; ama arkamızdaki takımlarla aramızdaki puan farkının çok fazla olmadığını görüyoruz. Her an her şey olabilir, o yüzden başta bizim dikkat etmemiz gerekiyor. En az 7-8 takım şampiyonluk yarışının içinde.
Bir diğer tartışma konusu ise yabancı sayısı. Süper Lig'de takımlar beş sezondur sahaya on bir yabancı futbolcuyla çıkabiliyor. Sizce bu durum Türk futboluna neler kazandırdı, neler kaybettirdi?
Ben olsam çok iyi yedi yabancı oyuncu alırım, başka da almam. Ama ne yazık ki bazı takımlarımız kadroya 14 yabancı oyuncuyu dolduruyor ve çoğu yedek kulübesinde oturuyor. Bunun nedeni olarak da yerli oyuncuların çok pahalı olmasını gösteriyorlar. Galatasaray, Avrupa şampiyonu olduğunda 14 yabancısı mı vardı? Hagi, Popescu, Taffarel gibi oyuncuların müthiş katkısı oldu; diğer yerli oyuncularla birlikte iyi bir takım oluşturdular ve Avrupa şampiyonu oldular. O yüzden çok sayıda vasat yabancı oyuncular alınacağına, çok kaliteli yedi yabancı oyuncu almak bence daha iyi olur.
Son olarak Milli Takım’a değinmek istiyoruz. Uzun yıllar sonra iyi bir jenerasyon yakaladık ve tarihimizin en iyi eleme grubu performanslarından birini gösterip Euro 2020 finallerine kaldık. Buna karşın Başakşehir dışındaki diğer Türk takımları ise Avrupa kupalarında çok kötü bir performans sergilediler. Bu çelişkiyi nasıl yorumluyorsunuz?
Açık söyleyeyim; Beşiktaş ve Trabzonspor’un bu kadar kolay eleneceklerini hiç düşünmüyordum. İkisinin de o gruplardan rahatlıkla çıkacağını sanıyordum. Ama öyle olmadı ve son maçlarda turu kovalamayı iyice bırakıp genç oyuncularla oynamaya başladılar. Böyle olmamalı ve kolayca pes etmemelilerdi. En zor grup ise Başakşehir’in grubuydu; ama Başakşehir’in kadrosu gerçekten çok iyi. Her türlü imkâna sahipler.
Galatasaray’a gelirsek; onlar elbette Şampiyonlar Ligi’ndeydi. Kadrolarında da sıkıntılar vardı, bir şeyler tam oturmamıştı. Karşılarındaki takımlar da sıradan takımlar değildi. O yüzden Galatasaray’ın yaşadığı sorunu normal görüyorum.
Peki Milli Takım’ın artık yerel liglerden beslenmemesini nasıl yorumluyorsunuz? Örneğin 2000 ve 2002’deki başarılarda Milli Takım’ın çekirdeğini Galatasaray oluşturuyordu. Şu andaysa oyuncular Avrupa’nın dört bir yanından gelip, Milli Takım’da buluşuyorlar. Yukarıda bahsettiğimiz çelişkinin kaynağı bu olabilir mi?
Öncelikle şunu söylemem lâzım; bence Milli Takım’ın bu gruptan çıkması normaldi. Tek bir rakip görünüyordu; İzlanda. O yüzden zaten çıkmamız gerekiyordu. Ama elbette Şenol Güneş’in gelmesiyle birlikte çok iyi bir hava yakalandı. Çok iyi genç oyuncularımız da var. Güzel bir karışım oldu. Ama eleme grubunda oynadığımız oyunu finallerde oynarsak çok büyük sıkıntı yaşarız. Finallerdeki grubumuzda iyi takımlar var. Örneğin herkes Galler’i zayıf görüyor; ama Galler en tehlikeli takımlardan biri.
Nasıl bir turnuva bekliyorsunuz?
Euro 2000’de Mustafa Denizli’nin yardımcısıydım ve çeyrek finale kadar yükselmiştik. Orasının oyuncular için çok önemli bir yer olduğunu iyi biliyorum. Bu yüzden özellikle genç oyuncularımızın çok iyi oynayacaklarını düşünüyorum. Yeter ki ilk maçımızda İtalya’ya karşı yenilmeyelim ve gruba iyi bir şekilde başlayalım. İtalya da genç bir takım, rakip kaleye direkt bir şekilde gidiyorlar. O maçtan istediğimizi alabilirsek, bence bu gruptan çıkarız.


