Sir Alex Ferguson Premier League Manchester United 2012-13Getty

Efsane mi, gerçek mi: Sir Alex Ferguson, Liverpool'u tahtından indirdi


YORUM: Mark Doyle | ÇEVİRİ: Onur Özgen


Eylül 2002'nin sonunda, Manchester United'ın patronu Sir Alex Ferguson baskı altındaki bir adamdı. Ya da en azından medyada böyle tasvir ediliyordu.

Arsene Wenger'in Arsenal'ı, önceki sezon Old Trafford'da Premier Lig'i kazanmıştı. Ertesi sezonun başında ise United, ligin ilk yedi maçından yalnızca üç tanesini kazanıp iki kez kaybetmiş ve Arsenal'ın altı puan arkasında kalmıştı.

Liverpool'un eski savunmacısı Alan Hansen, Ferguson'ın "kariyerinin en büyük zorluğu" ile karşı karşıya olduğunu iddia etmişti.

Hemşehrisi ise bunu kabul etmiyordu.

"Karşılaştığım en büyük zorluk şu anki durum değil," demişti The Guardian' a verdiği demeçte Ferguson. "En büyük zorluğum Liverpool'u kahrolası tahtından etmekti. Bunu yazabilirsiniz."

Ferguson, Liverpool'un İngiliz futbolu üzerindeki tahakkümünü ele geçirmiş olmaktan dolayı anlaşılır bir şekilde gurur duyuyordu. O zamanlar, Liverpool'un 1990'daki son zaferinden beri yeni şampiyonluk kazanmışlardı.

Buna rağmen Ferguson, aslında Kırmızılar'ı tahtından etmedi; sadece United'ın iktidara yükselmesi Liverpool'un çaptan düşmesiyle aynı zamana denk geldi.

Kırmızılar, 28 Nisan 1990'da QPR karşısında elde ettiği 2-1'lik galibiyetle Birinci Lig şampiyonluklarını perçinlediğinde, yerel hâkimiyetlerinin bir soru görünmüyordu.

Rekorlarını uzattıkları bu 18. şampiyonluğun 10 tanesi önceki 14 yıl içinde gelmişti. Ancak her ne kadar dışardan öyle görünmese Liverpool oyuncuları zorlanıyorlardı.

Takımın çok yönlü savunmacısı Steve Nicol, the42.ie' ye yaptığı açıklamada, "Ligi kazandığımız son sezonda, bir önceki sezona göre gerilemiştik," demişti. "O yıl aynı tutku ya da bağlılıkla oynamamız mümkün değildi. İşte o zaman düşüş başladı."

Liverpool Dalglish Moran EvansGetty

Başarıyı sürdürmenin zihinsel zorluğu muazzamdır; ancak Liverpool'un sorunları daha duygusaldı.

1989 yılında 96 Liverpool taraftarının ezilerek hayatını kaybettiği Hillsborough fâciası, oyuncuları düşündüklerinden çok daha fazla derinden etkilemişti.

"Üç yıl boyunca doğru düzgün odaklanamadık," demişti Nicol. "Otomatiğe bağlamış bir şekildeydik. O zamanlar böyle olduğunu anlamak zordu. Aslında imkânsızdı. Sonrasıyla başa çıkmaya çalışmak ve başarısız olmak açıkça bir etkiye sahipti ama kimse bununla nasıl başa çıkacağını bilmiyordu."

Kenny Dalglish, tartışmasız en etkilenen oyuncuydu.

Dalglish, Merseyside'da oyuncu ve menajer olarak elde ettiği unutulmaz başarılarla yalnızca bir efsane değildir; Hillsborough'a tepkisi sayesinde çok daha fazla sevgi kazanmıştır.

Günde dört cenaze törenine katılan Dalglish, hayatını kaybedenlerin ailelerine biraz olsun iyi gelmek için elinden gelen her şeyi yapmıştı. Ancak, trajedi hakkında açıkça konuşmayı reddetmişti - o gün Sheffield'da olanlara karşı sessizliğini kırması 20 yılını alacaktı - ve bu durumunu daha da kötüleştirecekti.

Dalglish, 22 Şubat 1991'de Everton ile Goodison Park'ta 4-4 berabere kaldıkları maçın ardından duygusal bir kararla Liverpool menajerliğinden istifa etmişti.

Takımın santrforu Ian Rush, "Antrenman için geldiğimizde bize soyunma odasından buluşmamız söylendi," demişti The Guardian' a verdiği demeçte. "Ardından Kenny içeri girdi ve ayrıldığını söyledi. Hepimiz için tam bir şoktu. Çok fazla bir şey söyleyememişti ama konuşurken gözlerinde yaş vardı."

Dalglish zihinsel olarak parçalanmıştı.

Oyunculuk hayatı boyunca hemen hemen hiç alkol almayan bir adam, giderek daha fazla alkolle avunmaya başlamıştı. Bir yandan vücudunda durmadan çıkan döküntülerle de başa çıkabilmek için kendine iğneler yapıp duruyordu.

Kendi ismindeki otobiyografisinde, "Dürüst olmam gerekirse, istifa etmeden bir yıl önce, 1990'da Anfield'dan ayrılmak istemiştim," demişti. "Hillsborough ve istifam arasındaki 22 ay içinde, yaşadığım zorluk sürekli büyümeye devam etti."

Kenny DalglishGetty Images

Daha sonra ise istifa kararından pişman olduğunu itiraf etmiş ve iki hafta sonra geri dönmek istemişti.

Ancak, Liverpool CEO'su Peter Robinson, Dalglish'in geri dönüşü için kapının açık olduğunu söylemesine rağmen, asla onunla temasa geçmemişti.

"Kulübün başka fikirleri vardı," demişti Dalglish, "Ve başka yöne gittiler."

Ve bunun felâket bir hata olduğu kanıtlandı.

Dalglish'in istifası, peşinden halefi Graeme Souness'ın göreve getirilişini izledi.

Jamie Carragher'ın 2010'daki bir yazısında, "Eğer Ferguson'ın takımında olsaydım, ona ilk önce United'ın Liverpool'u asla tahtından etmediğini söylerdim. Bu sadece saçmalık. Bunu yapan Souness'tı," demişti. "United, 1992-93'te Ferguson'ın ilk şampiyonluğunu elde ederken Norwich ve Aston Villa'yla yarışmıştı. Liverpool ile yarışmamıştı, öyle değil mi?"

Nitekim, Arsenal ve Leeds United da önceki iki şampiyonluğu kazanırken, Liverpool ligi altıncı sırada bitirmişti ve 1981'den beri ilk kez ilk iki sıranın dışında kalmıştı.

Yani, United 25 yıl içindeki ilk şampiyonluğunu kazanırken Kırmızılar kesinlikle İngiltere'nin seçkinleri arasında değildi.

Liverpool'un kadrosunun gençleşmeye ihtiyacı olduğu yaygın olarak kabul ediliyordu. Souness ise Robbie Fowler, Steve McManaman ve Jamie Redknapp gibi gençlere inanmaktan dolayı krediyi hak ediyordu.

Buna rağmen, transferlerdeki hamlelerinin çoğu felâketti.

Orta saha oyuncusu Jan Molby, Goal' e yaptığı açıklamada, "Antrenmanlarda bunu hissedebiliyordunuz," demişti. "Daha önce yüksek seviyede antrenmanlar yapıyorduk, ancak yeni oyuncuların bazılarının buna ayak uyduramayacakları çok belliydi."

Gerçekten de, rekor bir bedelle 2.9 milyon sterlin'e alınan Dean Saunders, beklentileri karşılayamayıp hemen Aston Villa'ya satılmıştı.

Paul Stewart, Liverpool tarihinin en büyük fiyaskolarından biri olduğunu kanıtlarken; Nigel Clough, Mark Walters ve Torben Piechnik gibi başarısız transferlere de çok fazla para harcanmıştı.

Son olarak Julian Dicks'in transferi ise Souness'ın işine mâl olmuştu.

Buna karşın Souness'ın görev süresi boyunca yaptığı en büyük hata, Nisan 1992'de Merseyside'da boykot edilen The Sun' a özel bir röportaj vermekti.

Sonuç olarak, Liverpool o sezon Federasyon Kupası'nı kazanmaya devam ederken, Ocak 1994'te onun yönetiminde ligde arka arkaya iki sezon altıncı sırada yer alınınca Souness'a olan sempati giderek azalmıştı.

"Men in White Suits" kitabında, "Liverpool'a olan hislerim beni kör etmişti," demişti Souness. "Oyuncularımın benimle aynı şeyleri hissetmelerini bekliyordum. Ama dünya değişiyordu. Oyuncular menajerden daha fazla güce sahipti. Ben ise bazen yeterince politik değildim."

Graeme Souness Liverpool

Yine de Liverpool'un düşüşünden yalnızca Souness'ı sorumlu tutmak yanlış olur.

İşler sadece sahada kötü gitmiyordu. Kulübün, oyunun ve dünyanın nasıl değiştiğini anlayamayan tek kişi o değildi.

Liverpool değişime bir futbol kulübü olarak uyum sağlayamadı.

Kırmızılar, 1992'de başlayan Premier Lig'in yaratılmasının arkasındaki itici güçlerden biriydi, ancak aslında İngiliz futbolunda devrim yapma potansiyelini tam olarak kavrayamamışlardı.

Souness istifa ettiğinde Liverpool, yerine Roy Evans'a getirerek eski başarılı dönemlerine geri dönmeye çalıştı.

Ancak esas sorun, Liverpool'un bir futbol kulübü olarak nasıl yönetileceği hakkındaki fikirlerinin eskimiş olmasıydı.

Takımın eski forvetlerinden Ronnie Rosenthal, "Men in White Suits"te, "Liverpool futbolun bir iş hâline geldiğini kabullenmek istemedi," diyordu. "Yönetim sadece futbola odaklandı ve esas konuyu kaçırdı."

Nitekim Liverpool, Dalglish sonrası döneme girerken, United ise kulübün ticari bir dev hâline dönüşmesi için ilk adımları atarak kurnazca Ferguson'ın yöneticilik dehasından faydalanıyordu.

"United'ın başkanı Martin Edwards vizyoner biriydi ve futbolun nereye gittiğini görebiliyordu," diyor Rosenthal.

Edwards'ın yönetimi altında United, Premier Lig döneminin sembolü hâline geldi. Şık yeni ambalajı, yüksek oktanlı futbolu ve dolu tribünleriyle Premier Lig ise denizaşırı sezon öncesi turlara, ticari satışlara ve sponsorluk anlaşmalarına öncülük eden United gibi küresel bir fenomene dönüştü.

Ne kadar çok para kazanırlarsa, o kadar çok şampiyon olabilirler ve popüler hâle gelebilirlerdi. Bu birbirine bağlı bir başarı döngüsüydü.

Liverpool hâlâ İngiliz futbolunun en başarılı kulübüydü, ancak artık United'ı takip ediyorlardı ve 1992'de başlayan bir diğer büyük kâr kapısı Şampiyonlar Ligi'ne katılamamaktan dolayı giderek konu dışında kalmaya başlamışlardı.

Ferguson'ın 2002'deki övünme dönemine gelindiğindeyse, United'da dünyadaki diğer kulüplerden daha fazla yıllık gelir elde ediyordu. Liverpool'dan ise yaklaşık 70 milyon sterlin daha fazla gelire sahipti.

Liverpool her zaman oyunun önemli isimlerinden biri olmaya devam etti; ancak geleneksel değerleriyle daha modern bir yaklaşıma kavuşmakta zorlanıyordu.

1991'de kulübün başkanlığını devralan David Moores, bu durumu daha sonra The Times' a itiraf etmişti:

"Euro 96'nın ardından yurt dışında süperstarların kendileri gibi süperstar maaşlarının ülkeye giderek daha fazla giriş yapmasıyla, oyunun bütün tanımının değiştiğinin farkındaydım. Futbol kulüpleri, taraftarları için gurur kaynağı olmaktan ziyade bir kâr kaynağı olarak görülmeye başlıyordu; kulüpler bir sportif miras oldukları kadar artık aynı zamanda finansal kurumlardı. Roman Abramovich dönemi çok yakınımızdaydı ve bununla asla rekâbet edemeyeceğimi biliyordum."

Gerard Houllier ve Rafael Benitez gibi menajerlerle sahada iyi işler yapılmasına rağmen, ticari açıdan geride kalan Liverpool'u böylece 2007'de George Gillett ve Tom Hicks'e satma kararı aldı. Ve üç yıl sonra Kırmızılar iflâs ettiler.

Şu an ise Fenway Sports grubunun sahipliğinde, ama en önemlisi Jürgen Klopp'un yönetiminde, Liverpool, İngiliz futbolunun zirvesindeki yerini geri almaya hazırlanıyor.

Ferguson onları yıllardır zirveden uzak tutmuş olabilir; ama Liverpool oradan kendi başına düşmüştü.

Reklam

ENJOYED THIS STORY?

Add GOAL.com as a preferred source on Google to see more of our reporting

0