Sergen Yalcin Besiktas CoachDepo Photos

YORUM | Sergen Yalçın'ın yolu: Kazanmanın gerekliliği, sadeliğin güzelliği


YORUM | Onur Özgen @ozgenonur  


Sergen Yalçın’ın Beşiktaş’ın başında çıktığı ilk maç olan Rizespor karşılaşmasının öncesindeki yayında yorumcu koltuğunda oturan Yalçın’ın eski takım arkadaşı ve antrenörü Feyyaz Uçar şöyle diyordu; “Abdullah Avcı taktiksel detaylara çok takıntılı biri ve açıkçası oyuncuların bundan biraz sıkılmış olabileceklerini düşünüyorum. Sergen Yalçın ise bu konuda onları rahatlatabilir; çünkü o da taktik üzerine konuşmayı çok sevmez. Taktiksel detaylarla oyuncuları boğmak yerine onlara ipuçları verir.”

Uçar’ın bu sözlerini dinlerken aklıma David Winner’ın “Harika Portakal” kitabında okuduğum bir pasaj gelmişti; Hollanda’nın 70’li yıllardaki en iyi santrforlarından biri olarak gösterilen Jan Mulder, Hollanda futbolunun hücuma dönük olduğu yönündeki genel kanıya katılmadığını söylüyordu: “Biz Hollandalılar sistem delisiyizdir ve dünya bunu bilmez. Dünya bizim hep hücum futbolu oynadığımızı zanneder. Hâlbuki biz el frenimiz çekili hâlde top oynarız. O geriye atılan paslar... Tık, geriye, tık, sağa, tık, sola... Çok sıkıcı! Gereksiz korku, gereksiz temkin. Oyuncular üzerinde çok fazla kısıtlama ve zorunluluk görüyorum. Modern teknik direktörler oyuna taktiksel anlamda çok karışıyor. Sistem de sistem! Bu basit oyun hakkında çok fazla düşünüyorlar. Önemli olan oyuncuların becerisidir; futbolcu dediğin daima doğal becerisiyle oynamalı. Çok düşünmeyin lütfen! Düşünmek yok!”

Kitabın başka bir bölümündeyse PSV Eindhoven’ın efsanevi antrenörü Kees Rijvers’in, “Biz Avrupa’nın Brezilyalılarıyız” sözüne benzer bir bakış açısıyla itiraz ediyordu Winner ve bizzat Latin Amerikalıların 70’li yıllardan itibaren Hollanda Milli Takımı’na taktığı lâkâbı anımsatıyordu; “Naranja Mécanica”, yani “Turuncu Makine” ya da Stanley Kubrick’in ünlü filminden mülhem bir deyişle “Otomatik Portakal”. Winner burada kastedilenin ise Kubrick’in filmindeki genç Malcolm McDowell’ın sergilediği şiddet değil, her bir bireyin mükemmel bir makinenin birer dişlisi işlevini gördüğü Portakallar sistemi olduğunu söylüyordu.

Netherlands 1974 World CupGetty Images

Bu bir yönüyle kulağa güzel bir şey olarak gelebilir; ama diğer yandan hiç de öyle değildir. Hollanda futbolundaki sistem inşası çoğunlukla övülür; ancak bunun mekanik bir yanı da vardır. Takımlar planlıdır; fakat aynı zamanda fabrikasyondur. Kulüplerin akademilerinden birçok oyuncu çıkar; lâkin her biri bu makine için seri olarak üretilmiş dişlilerdir. Bu sayede A takımın 8 numarası sakatlandığında, yerine giren genç takımın 8 numarası ne yapacağını tam olarak bilir; ama doğaçlama eksik kalır.

Hollandalılar için numaraların önemi Rinus Michels dönemine kadar dayanır. “Michels’e göre sahadaki oyuncular insan değil, birer numaraydı. Onun sisteminde her numara birer sorumluluğu ve mecburiyeti temsil ediyordu” der Winner. Konunun anlaşılır olması için her pozisyon, sabit bir forma numarasıyla temsil edilir. Her forma numarası için o formayı giyen oyuncunun yerine getirmesi gereken birkaç temel görev belirlenir. Genç takımlar da aynı sistem içinde aynı görevleri yerine getirir. Böylece istenen devamlılık sağlanmış olur.

Michels’in numara sistemini alıp bazı rötuşlar yapan Louis van Gaal ise, “Futbol bir takım oyunudur, dolayısıyla takımdaki bireyler birbirine bağımlıdır,” der. “Eğer bazı oyuncular sahada görevlerini gerektiği şekilde yerine getirmezse, bunun ceremesini takım arkadaşları çeker. Bu da her oyuncunun temel görevlerini yetenekleri elverdiğince yerine getirmesi gerektiği anlamına gelir. Bunun için de sahada disiplinli bir oyun tarzı olmalıdır.”

Avcı ise oyuncuyu sistemin değerli hâle getirdiğini söyler ve bu da Van Gaal’in söyledikleriyle üç aşağı beş yukarı aynı yere çıkar. Belki de Frank Rijkaard’ın Galatasaray’da, Phillip Cocu’nun Fenerbahçe’de başarılı olamamalarıyla Avcı’nın Beşiktaş’ta yaşadığı hüsrânın sebepleri birbirine benzerdir. Ya da Milli Takım’da işlerin istediği gibi gitmemesinin nedenleri, selefi Guus Hiddink’inkilerden çok farklı değildir. Ve belki de kariyeri boyunca süreklilik sağlayabildiği tek yerin plâstik bir Hollanda kulübüne benzetebileceğimiz Başakşehir olması tesadüf değildir.

Abdullah Avci Phillip Cocu

Hollandalıların kendi mükemmel sistemlerinden, birçok şeyin kusurlu olduğu ortamların içine girdiklerinde sudan çıkmış balığa döndüklerine birçok kez şâhit olduk. Mustafa Denizli’nin futbol lügatımıza soktuğu o ünlü deyişini biraz değiştirip, “içimizdeki Hollandalı” olarak niteleyebileceğimiz Avcı da kendi kusursuz habitatı olan Başakşehir’in içinden her çıktığında aynı âkıbete uğradı. Her şeyin mükemmel gittiği bir ortamdaysanız, bir idealist olarak başarıya ulaşabilirsiniz. Ama birçok kusurun içinde başarılı olmak zorundaysanız, üstelik sizden bunu hemen yapmanız bekleniyorsa, o zaman pragmatist bir düşünce yapısına sahip olmalısınız. Avcı ise kendi doğrularına sıkı sıkıya bağlı bir idealistti.

Yerine gelen Yalçın’ın Beşiktaş’tan yetişmiş olması ise yalnızca tribünler onun arkasında birleştiği için değil, aynı zamanda çocukluğundan itibaren tüm düşünce ve alışkanlıkları buranın şartlarına göre oluştuğu için büyük bir önem taşıyor. Avcı oyunun kendisi, gelişimi ve bazen de teorisi üzerine uzun, ağdalı ve yenilikçi konuşmalar yaparken, buna karşın sözlerinin dinleyenler üzerinde çoğu zaman bir karşılığı olmuyordu. Yalçın ise az ama öz konuşuyor, oyundan ziyade ısrarla kazanmanın öneminden bahsediyor, daha genç olmasına rağmen geleneksel fikirlere yaslanıyor ve bir başka deyişle taraftarların duymak istedikleri şeyi söylüyor. Ve hatta belki de oyuncuların da...

Dolayısıyla Uçar tespitinde haklı olabilir. Belki de Yalçın’ın etrafındaki durumları ele alış biçimindeki sadelik, Avcı’nın çok karmaşık ve muğlakmış gibi duran fikirlerinin ardından oyunculara gerçekten iyi gelmiştir. Üst üste alınan yenilgilerin ardından yeniden ayağa kalkmak için gereken gücü ve öz güveni kendinde bulmak, her insan için olduğu gibi futbolcular için de zordur. Ve belki de Beşiktaş’ta oyuncuların birer numara değil, insan olduklarını hissetmeye ihtiyaçları vardı. Yalçın öncelikle onların bu acil gereksinimlerini karşılamış gibi görünüyor.

Sergen Yalcin Besiktas v Gaziantep 02082020AA

Elbette Beşiktaş’ın başındaki ilk iki maçında saha içinde gördüğümüz bazı taktiksel farklılıklardan da söz edebiliriz. Beklerin çizgiyi çok daha efektif kullanmaları, kanatların daha içeride konumlanmaları, Mohamed Elneny’nin top kendilerindeyken stoperlerin arasına girip beklerin daha fazla ileriye çıkmalarına imkân tanıması ve Beşiktaş’ın hücumda 3-4-3 şeklini alması ya da Atiba Hutchinson’ın daha önde oynaması ve takımın rakip yarı sahada daha şiddetli bir baskı uygulamasından bahsedebiliriz. Ama bunların hiçbiri Yalçın’ın öncelikli konusu değil.

Futbolda bazı antrenörler taktik bilgileriyle, bazıları da oyuncu yönetimi konusundaki becerileriyle fark yaratırlar. Ve hatta Julian Nagelsmann’a göre başarılı bir antrenör olmak için gereken ilk şey, taktik detaylar konusunda uçsuz bucaksız bir bilgiye sahip olmak değil, oyuncularla sağlam bir ilişki kurabilmektir. Bunun yakın dönemdeki en popüler örneği kuşkusuz Zinedine Zidane’dı. Real Madrid’in başında üst üste üç sezon boyunca Avrupa’nın en büyüğü olan Zidane, bunu futbolda devrim yaratan taktikleriyle değil, yerine geldiği Rafa Benitez’in kaybettiği soyunma odasını yeniden kazanarak başarmıştı. Yalçın’ın şu an Beşiktaş’ta başarmaya çalıştığı şey de bundan çok farklı görünmüyor.

Reklam