Emre Mor Iceland Turkey WCQ 10092016

DERSİMİZ İZLANDA. BAKALIM BU SEFER ÇALIŞMIŞ MIYIZ?

9 Eylül 2014’te, Euro 2016 Elemeleri’nin ilk maçı öncesinde, eski bir milli futbolcumuz İzlanda’nın topu rakip kaleye elle bile üç kere getiremeyeceğini iddia etse de maç içerisinde topu ağlarımızdan üç defa çıkardığımızda gerçeğin hiç de öyle olmadığını görmüştük. Artık İzlanda hakkında böyle yorumların yapılamayacağı kesin. Çünkü gerek bizle olan daha önceki randevularının, gerek Euro 2016’da elde ettikleri başarılarının, gerekse 2018 Dünya Kupası Elemeleri’ndeki iddialı konumlarının ardından karşımızda saygı duyulması gereken bir rakip olduğunu en azından bu sefer biliyoruz.

Teknik direktörleri Heimir Hallgrimsson, 3-0 kazandıkları ilk randevunun ardından Türkiye’nin oyunu hakkında şöyle demişti: “Oyuna başlama alışkınlıklarını kırdık ve sonrasında bir B planlarının olmadığı görüldü. Absürt bir şekilde kolay bir maç oldu bizim için. İlk etaptaki düşüncelerimizi değiştirmek zorunda kalmadık." Futbolda B planı, tartışılan bir konudur. Kimileri, örneğin Marcelo Bielsa, “Futbolda B planı diye bir şey yoktur” der ve ekler: “Çünkü futbol zaten sürekli bir hareketlilik gerektirir. Bu yüzden esnek olmalı ve formasyonunuzu her sezon, hatta iki ayda bir değiştirmelisiniz.”

Ama Türkiye gibi, çok uzun süredir güçlü bir oyunu olmayan bir milli takım için daha geleneksel bir yaklaşımla, öncelikle işleyen bir oyun ve onun alternatifi bir B planı gerekebilir. Hele ki İzlanda gibi sizi düzen dışına çıkarmaya çok müsait bir takımla oynayacaksanız.

Haberin devamı aşağıda

Fakat Mircea Lucescu yönetiminde çıkılan son iki maçta gördük ki, Türkiye’nin hâlâ bir oyunu yok. Dahası hangi oyunun hangi oyuncularla oynanacağı da pek bilinmiyor. Önce “taktiğimizde yer yok” denilip kadroya alınmayan, sonra “pardon, unutmuşuz” denilerek kadroya davet edilen, ardından Ukrayna maçında oyuna sonradan ilk sokulan oyuncu olan ve onbirde başladığı Hırvatistan maçının ise anahtar oyuncusu olan Oğuzhan Özyakup, bu durumun en somut kanıtıydı.

Mircea Lucescu TurkeyAA

Ukrayna maçındaki gibi Ozan Tufan, Emre Belözoğlu, Tolga Ciğerci merkeziyle mi çıkacağız; yoksa Hırvatistan maçındaki gibi Oğuzhan Özyakup, Nuri Şahin merkeziyle oynayıp ileride Cenk Tosun, Burak Yılmaz ikilisini mi göreceğiz? Hiçbir fikrimiz yok. Çünkü halihazırda bir oyunumuz yok. Ama neyse ki İzlanda’nın var ve rakibe bakıp, nasıl oynamamız gerektiği hakkında kafa yorabiliriz.

İzlanda, topa sahip olduğunda değil, top rakip takımdayken tehlikeli olan bir takım. Bunu grupta şu ana dek en zorlandığı rakibi olan Finlandiya maçlarında da gördük. İlk maçta galibiyeti 90 ve 90+6’ıncı dakikalarda attığı gollerle kurtarabilen İzlanda, topa %61 oranında sahip olmuş; 1-0 kaybettiği rövanş maçında ise top %56 daha fazla İzlanda’da kalmıştı.

Buna mukabil kazandıkları maçlarda da hep topa daha az sahip olduklarını görüyoruz. Bize karşı 2-0 kazandıkları ilk maçta %45, Hırvatistan’ı 1-0 yenerken %41, Ukrayna’yı 2-0 yenerken %38 topla oynamışlardı. Hatta grubun en zayıf halkası olarak görülen Kosova galibiyetlerinde dahi topa %41 daha az sahiplerdi.

Çok büyük ihtimalle bu akşamki maçta da Türkiye topla daha fazla oynayacak, ama skor tabelasında da önde olmak istiyorsak, topa sahipken ne yapacağımız daha önemli olacak. Eğer son Hırvatistan maçındaki gibi orta sahada Oğuzhan ve Nuri gibi teknik ayakları kullanacaksak, ki bence de öyle olmalı, rakibin merkezinin çok çalışkan oyunculardan kurulu olduğunu görmemiz ve buna göre bir oyun planı oluşturmamız gerekir. 10 yıldır İtalya’da oynayan Udinese’li sol iç Emil Hallfredsson, artık Cardiff’in sembol oyuncularından biri olan savaşçı box-to-box oyuncusu Aron Gunnarsson ve önlerinde takımın yıldızı Gylfi Sigurdsson. İzlanda’nın en güçlü tarafı, bu üçlü merkezi. Hatta sol açıkları Birkir Bjarnason’un da top rakipteyken merkezi dörtlediğini söyleyebiliriz.

Kazandıkları Hırvatistan maçında, bu dörtlü Mateo Kovacic, Milan Badelj, Luka Modric merkezine üstünlük kurmuş ve ikinci yarıda Ante Cacic, Nikola Kalinic’in yerine Marcelo Brozovic’i de alarak orta sahayı güçlendirmek zorunda kalmış, ama bu da yeterli olmamıştı. Oğuzhan ve Nuri, bizi bu üçlünün baskısından çıkarabilir.

Aynı zamanda bu boşluklara sızabilecek hızlı oyuncuları da tercih etmeliyiz ki, özellikle sağ stoperleri Birkir Saevarsson ve sol bekleri Hördur Magnusson, bu konuda bizim açımızdan doğru hedefler gibi görünüyor. Magnusson’un karşısında hızlı ve ters ayaklı Cengiz Ünder ve forvet hattındaysa yine savunma arkası koşularını iyi yapabilen Burak Yılmaz tercihleri bu anlamda mantıklı olabilir.

Tabii aynı şekilde rakibin hızlı kenar oyuncularına da dikkat etmek gerekecek. Burnley’de oynayan sağ kanat Johann Gudmundsson, sol ayaklı bir oyuncu ve sık sık topla içe kat edebiliyor. Aynı şekilde açısını bulduğunda uzaktan şutlarıyla ve ters kanada attığı diyagonal paslarıyla da etkili olabiliyor.

Emre Mor Iceland Turkey WCQ 10092016

Aston Villa’lı sol kanat Birkir Bjarnason ise tam bir “raumdeuter” (boşluk kovalayıcı). Adını önce Pescara’da, ardından Basel’de duyuran Bjarnason, kenar ile merkez arasındaki boşluğu (half space) çok iyi kullanıyor. Boşluğu bulduğunda da ya pozisyonu kendisi bitiriyor ya da içeriye servis yapıyor. Dolayısıyla Hırvatistan maçında Ivan Perisic karşısında çok başarılı bir 90 dakika çıkaran Kaan Ayhan’ın aynı performansına Bjarnason’a karşı da ihtiyacımız olacağını söyleyebiliriz.

Son olarak takımın yıldızı Gylfi Sigurdsson’a da bir paragraf açalım. İzlandalı oyun kurucu, hem takımı oynatan bir beyin hem de gerektiğinde kendisi skor yapabilen gizli bir forvet. Premier League’in son iki sezonunda Ross Barkley’nin ardından en çok asist yapan oyuncu o. Önündeki forveti çok iyi besliyor. Geçen sezon Swansea’de Fernando Llorente’ye 6 gol attırmıştı ki, Premier League’in en iyi ikilisi Christian Eriksen-Harry Kane ortaklığından da aynı sayıda gol çıkmıştı. Bu sezon Llorente de Tottenham’a transfer olduysa, bunda birinci pay Sigurdsson’undur. Milli takımda da Llorente’ye benzer oyun yapısında bir ekürisi olduğunu söyleyelim: Jon Bödvarsson.

Yine geçtiğimiz yıl Swansea’de 22 gole doğrudan katkı veren Sigurdsson, bir diğer deyişle takımının attığı 45 golün yarısında pay sahibiydi. İzlandalı virtüöz, frikikleri de penaltı atar gibi kullanıyor. Son iki yıldır Philippe Coutinho’yla birlikte Premier League’in en çok frikik golü atan oyuncusu. Eh, tüm bunlar sayesinde de sezon başında 45 milyon Pound karşılığında Everton’a transfer oldu zaten.

Gelelim işin temenni kısmına... Selçuk İnan’ın son dakika frikiğiyle yenmiştik en son İzlanda’yı ve Euro 2016 biletini bir anda cebimizde bulmuştuk. Fransa’da başımıza gelenleri görünce, turnuvaya gittiğimize pişman olmuştuk ama iki yıl sonra İzlanda’yı tekrar yenip, bu sefer 2018 Dünya Kupası’na gitme şansımızı devam ettirmek istiyoruz işte. 16 yıl sonra ilk defa Dünya Kupası’na katılmak istenilmeyecek şey mi? Her ne kadar Türk futbolu, yönetilme tarzı itibarıyla bu gruptan çıkmayı hak etmese de...

Ama Türkiye’nin elinde, çoğu yurt dışında yetişen oyunculardan oluşsa da, çok parlak bir jenerasyonun bulunduğu kesin. Umuyoruz ki, Türk futbolunun günahlarının bedelini bu yeni jenerasyon ödemesin. Mevcut kadroda yer alan Oğuzhan Özyakup, Cengiz Ünder, Cenk Tosun, Enes Ünal, Emre Mor, Yusuf Yazıcı, Yunus Mallı, Okay Yokuşlu, Kaan Ayhan, Çağlar Söyüncü gibi oyuncuların kariyerlerinde Dünya Kupası deneyimi bulunmazsa çok yazık olur. Aynı şekilde, Nuri Şahin gibi 30 yaşına gelmiş, ama şu ana dek milli takımda bir türlü değerlendirilememiş bir yeteneğin de Dünya Kupası’na mutlaka gitmesi gerekir.

Ve elbette biz de bunu hak ediyoruz. Ülke olarak en son Dünya Kupası’na katıldığımızda 13 yaşında bir çocuk olan ve artık 30’lu yaşlarına adım atmak üzere olan biri olarak, kendim de dahil olmak üzere bu ülkede futbolu gerçek anlamda seven herkesin Dünya Kupası heyecanını yaşamayı hak ettiğini düşünüyorum. O yüzden, her şeye rağmen, başarılar milli takım.

Reklam